16 Mayıs 2011 Pazartesi

Türkiye’de Paleolitik Çağ Araştırmaları Paleolithic Age Research in Turkey

place here to learn-treasure place here to learn-treasure-defıne defıne defıne defıne sıgnal sıgns-solutıons-map-defıne path defıne-detector-cın-magıc-defıne search bars made-metals-charm-bury-bandit-defıne of documents-mound-tumulus-bandits- mystery of money-jewellery-defıne-archaeology-hıstory museums-ıslamıc-defıne natural stone-sculpture-news-mythology-antıque-archaeology-ancıent cıtıes-regıons-ancıent trade routes-horasan-ebced-sıgnal solutıons-defıne search-roman-byzantıne maps-green coıns only defıne to learn

Türkiye’de Paleolitik Çağ Araştırmaları


Amaç Türkiye arkeolojik yerleşme yerleri envanter sisteminin (Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri - TAY) ilk çalışması olan Türkiye Paleolitik/Epipaleolitik dönem buluntu, işlik ve konaklama yerleri, bugüne dek, Anadolu ve Trakya’da tespit edilen ve 1997 yılına kadar yayınlanan bulguların hemen hemen tümünü kapsamaktadır.

Çalışmamız Anadolu ve Trakya arkeolojisinde büyük bir eksiklik olarak göze çarpan, çağlar içindeki kültür sentezini ortaya koyma, kültür problemlerine çözüm getirme gibi iddialar taşımamakta, buna karşılık ileride planlanacak olan yeni yüzey araştırmalarına bir yol gösterici olma, o döneme ait tüm yerleri bir arada verebilme amacını gütmektedir. Yerleşme yerlerinde ele geçen buluntuların teknik özellikleri, araştırmacıların buluntular üzerindeki yorumları ve buluntuları tarihlemeleri ilaveler yapılmadan yayındaki biçimiyle aktarılmış, bu yorumların bizce doğru ve yanlışları burada tartışılmamış, bazı buluntular hakkında, diğer bilim adamlarının yaptıkları yorumlara da yer verilmiştir. Çeşitli araştırmacıların buluntular konusunda, özellikle tipolojik açıdan yaptıkları inceleme sonucunda ortaya konan yontma taş endüstrilerine ait adların okuyucuya yabancı gelmemesi için bu endüstriler hakkında, tarihsel sürece dikkat edilerek aşağıda kısa bilgiler verilmiştir. Bu çalışma, her ne kadar genel özellikleri ile bir envanter olarak düşünülmüşse de bazı buluntu yerlerinin çok kısa özetlerle yayınlanması bize bu buluntu yerlerinin konumları ve buluntuları açısından yeni yorumlar yapmamıza yol açmıştır. Gene de bu çalışmada bütün titizliğimize rağmen bazı eksikliklerin olabileceğini bu konuda her şeyi sunamadığımızı açıkça belirtmeliyiz.

Çalışmanın temeli, bu satırların yazarı Savaş Harmankaya’nın 1972 yılından beri, Türkiye’nin özellikle Paleolitik Çağlar’dan Demir Çağları’nın sonuna kadar olan dönemi kapsayan yerleşme yerlerine ait hazırlanan fişlerine dayanmaktadır. Bu çalışmada, konumlarından buluntularına kadar, kodlama ve koordinatlar haricinde tüm bilgileri, gene tüm yayınları ile birlikte bu fişlere kaydedilmiş, bu işlem için yoğun bir kitaplık taraması gerçekleştirilmiştir . Bu fişlerin düzenlenmesinin ve kolayca kağıda dökülmesinin ancak bilgisayar ortamında olabileceği kesindir. Bunu yapabilecek özellikleri olan bir bilgisayara çok geç sahip olabilmemiz şu anda elinizde tuttuğunuz çalışmanın bu kadar geç yayınlanmasına yol açmıştır.

Türkiye’de Paleolitik Çağ Araştırmaları

Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kalan Anadolu yarımadası ve Trakya toprakları, Avrupa, Asya ve Afrika Kıtaları’nın kesiştiği yerde oluşu ile bu kıtalardaki Paleolitik ve Epipaleolitik Çağ buluntu toplulukları arasında bağlayıcı bir köprü görevini görmesi gerekirken, Türkiye’de bu çağları araştıran bilim adamlarının 1930-1960 yılları arasında çok az sayıda oluşu, Paleolitik Çağ buluntularının toplum içinde ve Türk bilim dünyasında fazla ilgi çekmeyişi, günümüzdeki çağdaş araştırmaların ise ancak bir kaç bilim adamının özverili çalışmaları ile yürütülmesi, Paleolitik ve Epipaleolitik Çağ’lar ile ilgili yüzey araştırmaları ve kazıların Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nce mali açıdan fazla desteklenmemesi, bu ilişkinin bugüne dek ortaya konmamasına sebep olmuştur. Bir başka önemli neden ise mükemmel bir kazı sonucunda tabakaları ve bulguları çok iyi saptanmış mağara, kaya sığınağı ve konaklama yerlerinin yok denecek kadar az oluşudur. Bu açıdan Türkiye’de yaklaşık 105 tekil buluntu yeri ile 58 konaklama/işlik yerinde ele geçen buluntuların tarihlenmesinin yapılması ancak göreli olmaktadır.

Türkiye’de kültür tarihi içinde en az ilgi gören dönem Paleolitik ve Epipaleolitik Çağ’dır. Müzelerimizde bile bu döneme ait buluntuların sergilenmesi ancak bir tek vitrin ile sınırlanmaktadır. Hatta birçok müzede bu çağ ile ilgili bir sergileme bile yapılmamakta, var olanlar ise ziyaretçilere açıklayıcı olmaktan uzak, insanın oluşturduğu yontma taş endüstrilerinin gelişimini göstermeden, yontma taş nesneleri yan yana sırala***** düzenlenen sergilemelerdir.

Yüzey Araştırmalarının Tarihsel Süreci

Türkiye’de Paleolitik ve Epipaleolitik Çağ ile ilgili olarak gerçekleştirilen yüzey araştırmalarının tümüne göz attığımızda 1894’den günümüze dek yapılan yüzey araştırmalarını, amaç ve işlevlerine göre üç grupta toplayabiliriz:

Amaçsız ve sistemsiz araştırmalar

Bu grup çeşitli turistik gezileri, hafta sonu yapılan piknikleri veya tamamen başka amaçlarla düşünülen ama rastlantısal olarak bir yontma taş alet bulunduğunda bundan bilim dünyasını haberdar eden küçük “araştırma”ları kapsamaktadır. 1894 yılında, bulunuş tarihi açısından Türkiye’nin en eski yontma taş buluntusu olma özelliğini taşıyan Birecik iki yüzeylisinin J.E. Gautier tarafından tesadüfen ele geçirilmesi ile başlatabileceğimiz bu grup araştırmalar, günümüzde ise artık hemen hemen yok denecek derecede az sayıda gerçekleşmektedir. Aslında bu araştırmalara Paleolitik ve Epipaleolitik Çağ ile ilgili araştırmalar bile denemez. Bu açıdan bu tip araştırmalarda ele geçen buluntular, Türkiye’de yontma taş aletlerin de var olduğunu göstermekten ileriye gidememiştir. Daha çok tekil olan bu buluntuların günümüzde nerede ve nasıl saklandıkları, hatta şu anda var olup olmadıkları bile çoğu kez bilinmemektedir. Bunlar, çoğu kez ilgili yayınlarda sadece satır aralarında bir bilgi, bir haber olarak verilmişlerdir. Çok az sayıda buluntu ise ayrıntılı bir şekilde yayınlanmıştır. 1907 yılında F. Arné’nin Gaziantep Nizip-Barak yöresinde [Arné 1909], R.J. Campbell-Thompson’un 1910’da Kayseri Soğanlıdere yöresinde [Campbell-Thompson 1916], E. Passemard’ın 1925 yılında Gaziantep yöresinde [Passemard 1926], K. Leuchs’ın 1938 yılı Ankara’nın güneyinde yer alan Uzağıl’da [Leuchs 1939], E. Chaput’un 1940 yılı Eskişehir Yöresi Alponos’da [Chaput 1941], Ş.A. Kansu’nun 1941 yılında Sivas Gemerek İstasyonunda [Kansu 1943], 1943 yılında N. Can’ın Antakya Altındere’de [Kansu 1945], M. Şenyürek’in Erzurum - Hasankale yolunda [Şenyürek 1944a], 1944 yılında H. Hasdemir’in Nevşehir yakınlarında Acıgöl ve Suvermez’de [Kansu 1945b], 1945 yılında K. Erguvanlı’nın Metmenge ve Çakmaksulu mevkiinde [Erguvanlı 1946], Ş.A. Kansu’nun 1946 yılı Ankara Gavurkale civarında [Kansu 1943b], 1947 yılında W. Brice’ın Şanlıurfa yöresinde [Kansu 1964], 1963 ve 1964 yıllarında Y. Emekli’nin Urla Yarımadası Narlıdere ve Özbek köyü civarında [Kansu 1963a ve 1969], 1985 yılında N. Gündüzalp’ın Bayburt Killiğin Sırtı çevresinde yaptığı gezi ve araştırmaları, bu tip araştırmalara örnek olarak gösterebiliriz.

Amaçlı fakat sistemsiz araştırmalar

Türkiye’de yapılan yüzey araştırmalarının en büyük kısmını bu grup teşkil eder. Bunlar 1932 yılından sonra Türkiye’de çağdaş Antropoloji’nin ve dolayısıyla Paleolitik ve Epipaleolitik çağ arkeolojisinin temelini atan bir kaç önder bilim adamı tarafından başlatılan araştırmalardır. Araştırmaların başlangıcı olarak 1935 yılında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi bünyesinde yer alan Antropoloji Enstitüsü’nün, Ankara Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi’ne Antropoloji Kürsüsü olarak taşınması ve bu kürsünün başına Şevket Aziz Kansu’nun atanmasını gösterebiliriz. İstanbul Tıp Fakültesi’nde okuduktan sonra Fransa’da Antropoloji eğitimi gören Kansu, Antropoloji ile beraber Paleolitik Çağ ağırlıklı Prehistorya Kürsüsü’nün sonraki günlerde kurulmasına da ön ayak olmuştur. Şevket Aziz Kansu’ya daha sonra Kılıç Kökten, Muzaffer Şenyürek ve Enver Yaşar Bostancı’nın katılmasıyla oluşan ve “Antropoloji Dörtlüsü” olarak nitelendirebileceğim iz bu ekip, gerek yüzey araştırmalarında gerekse de kazılarda, kendi dönemlerindeki olumsuz şartlara göre çok başarılı olmuştur. Öncelikle Ankara çevresinde hafta sonu gezileri olarak başlayan bu araştırmalar Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelen buluntular ve buluntu haberleri ile çoğalmış ve daha sonra 1950 ile 1970 yılları arasında büyük bir ivme kazanmıştır. Türk Tarih Kurumu’nun 1951 yılında Şevket Aziz Kansu’ya hazırlatarak Türkiye’nin her yerine yolladığı mağara sayımı anketinin sonucunda Türkiye’deki mağara ve kaya sığınaklarının illere göre sayısı saptanmaya çalışılmışsa da anket cevaplarında doğal mağara, kaya sığınağı ve yapılmış mezar odaları kavramları birbirine karıştığından gerçek anlamda sonuçlara pek ulaşılamamıştır. Gene bu sayım neticesinde tüm Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde 5952 adet doğal mağara ve kaya sığınağının var olduğu ortaya çıkmışsa da bu sayının çok sağlıklı olmadığı kabul edilebilir [Kökten 1952:203-204]. 1940 ile 1970 yılları arasında Anadolu’nun birçok yerinde yapılan araştırmalar arasında özellikle Kılıç Kökten’in gerçekleştirdiği yüzey araştırmaları unutulmamalıdır. Kökten yalnızca Paleolitik Çağ değil tüm çağları kapsayan bu araştırmalarına 1940’lı yıllardan itibaren başlamıştır. O günlerin Anadolu’sunda binbir güçlükle, hatta yaşamını bile tehlikeye atarak araştırmalarına devam ettiğini, hayatını bir hayvana borçlu olduğunu, Kars yöresinde 1943 yılında gerçekleştirdiği bir araştırmasını anlatan şu satırlardan öğreniyoruz:

“Seyahatimin sonunda bütün zahmetlere dayanan ve Aras nehrine yuvarlanmaktan, gece yolculuğumda süratle giderken birdenbire durarak beni yıkılmış bir köprünün kalmış ayakları yanında ölümden kurtaran (Topuz) adlı hayvanımı hayatımda hiç unutmayacağım. Onun gıda ve bakım hakkını fazlasıyla ödediğim için seviniyorum. Ayrılırken bu sessiz ve sadık arkadaşımın gözlerini ağla***** öptüm. Hayatımı kurtaran bu mübarek mahluğa ayırdığım bir kaç satırı hoşgörünüz” [Kökten 1943:603-604].

1938 yılında Ş.A. Kansu’nun Ankara yöresi Kirmirsuyu Vadisi’nde ve Tuz Gölü civarında, [Kansu 1938a,1939d], M. Atasayan’ın Gaziantep Metmenge ve Dülük’de [Atasayan 1939], aynı yıl içinde A. İnan ile E. Pittard’ın Ankara Çayı sekilerinde Ergazi yakınlarında [Pittard 1938,1939], 1940 yılında K. Kökten’in Samsun Yöresi Tekeköy’de [Kökten 1943 ve 1946], 1941 yılında M. Atasayan’ın İstanbul Pendik civarında [Atasayan 1941], Pfannenstiel’in Ankara yöresinde [Pfannenstiel 1941], 1942-1943 yılında K. Kökten’in Kars Yöresinde Susuz’da [Kökten 1943], 1945 yılında K. Kökten’in Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Pağnik, Hiznik-Fal, Pirun köyü çevresinde [Kökten 1947b ve 1952b], 1946 yılında K. Kökten’in Ankara’da İlhan Köyü yakınlarında, Güneydoğu Anadolu’da Dülük, Metmenge, Birecik yöresinde, Şanlıurfa Bozova Gölbaşı’nda [Kökten 1947a ve 1947c], 1948 yılında Ş.A. Kansu ile öğrencisi F. Ozansoy’un Ankara sekilerinde ve özellikle Macunçay’da [Kansu- Ozansoy 1952], K. Kökten’in Ankara Beypazarı Çeştepe ve Karaköy’de, E. Pittard, Ş.A. Kansu, H.Z. Koşay’ın Adıyaman Pirun çevresinde, 1950 yılında R. Çiner’in Gaziantep il sınırları içinde Tilbaşar, Harnoba, Haral, Topraklık, Yeniköy, Beylerbeyi ve diğer buluntu yerlerinde [Çiner 1958], E.Y. Bostancı’nın 1951 yılında Kastamonu yöresi Akarca sekilerinde [Bostancı 1951 ve 1952], 1952 yılında K. Kökten’in Ankara yöresinde Akkaş-Gödekırı buluntu yerinde [Kökten 1953], E.Y. Bostancı’nın 1954 yılında Dülük köyü civarında [Bostancı 1963a], H. Çambel’in 1955 yılında gene Dülük yöresinde, E.Y. Bostancı’nın 1956 yılında Fenike yakınlarında Çürücüin’de [Bostancı
1959], 1959 yılında Müller-Beck’in Tuz Gölü yöresinde [Müller-Beck 1960], Ş.A. Kansu’nun İstanbul çevresi Pendik ve Göksu’da [Kansu 1963b], E.Y. Bostancı’nın Antalya yöresinde Hayıtlıgöl, Sarıçınar, Beldibi ve diğer buluntu yerlerinde [Bostancı 1959], 1961 yılında J. Perrot’un Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Şevkan Höyük, Kuruhöyük, Keferdiz, Şatır Höyük, Duvantepe ve diğer buluntu yerlerinde [Perrot 1962], 1964-1967 yılları arasında İ.A. Todd ve Pasquare’nin Nevşehir yöresinde Avladağ’da [Todd-Pasquare 1965], 1971 yılında E.Y. Bostancı’nın Dülük Köyü civarındaki yüzey araştırmaları gerçekten de Paleolitik ve Epipaleolitik Çağ buluntu yeri arama amaçlı ama gelişigüzel yapılan belirgin bir sisteme sahip olmayan yüzey araştırmalarıdır.

Bu ikinci gurup araştırmaların en büyük eksikliği sistemli olmayışlarıdır. Araştırmalar genellikle Paleolitik Çağ araştırmalarının önderleri tarafından çok kez tek başına ya da ortak olarak gerçekleştirilmiş, bu ekiplere ancak bir iki öğrenci ekip üyesi olarak katılmıştır. Ekiplerde daha çok antropologlar yer almış, Jeoloji, Coğrafya, Topoğrafya, Zooloji, Botanik gibi diğer bilim dallarından bilim adamlarının bu ekiplere katılımı sağlanamamıştır. Bu nedenlerden dolayı da buluntu yerleri hakkında yayınlanan bilgiler çoğunlukla bir başka araştırmacının aynı bölgeye gidip inceleme yapmasına olanak vermeyecek derecede azdır. Bu yayınlarda çoğu kez ayrıntılı bir kroki bile verilmemiş, genelde buluntu yerinin Türkiye’nin bir yöresini gösteren bir haritada işaretlenmesi ile yetinilmiştir.

Bir başka konu ise Türkiye’nin pek çok bölgesi araştırma beklerken bazı yörelerin ilginç ve bol buluntu verdiği için paylaşılamaz yöreler haline gelmesidir. Bu açıdan aynı bölgede yüzey araştırması yapmak isteyen bilim adamları arasında kırgınlıklar olduğunu Kökten’in alttaki şu satırlarından da anlıyoruz:

“Tam yazımı bitirip Müzeler Umum Müdürlüğü’ne teslim edeceğim sırada prehistoryamız ile ilgili bir yazı ile daha karşılaştım. Ne kadar güzel birşey, bu sahada çalışmak isteyen bir arkadaş daha kazanıyoruz. Bu yeni arkadaşın herşeyden evvel başarılı, memleket prehistoryası için hayırlı olmasını bekler ve dileriz. Yalnız, prehistorya araştırmalarına kendisini vermiş bir arkadaş sıfatıyla bilimce akraba, hatta yerce çok yakın, bölüm kapı komşusu olduğumuz arkadaşların gezilerine çıkmadan ve yazıları basılmadan önce benimle konuşmalarını beklerdim. Böyle anî, hele araştırdığım bölgeler hakkında pat diye ortaya çıkmak, dahası var; 20 yılda bulduğum ve bir bölge prehistoryası çıkarmakla meşgul bulunduğum yerlerin (Antalya Bölgesi), ricalarımıza rağmen sınırları içine sokulanları görmek ati için cidden üzücü hareketler olmaktadır.” [Kökten 1960:50-51].

Bu tartışmalar ve çekişmeler yüzünden Türkiye Paleolitik Çağ araştırmaları maalesef dar bir çerçeve içinde kısıtlı kalmış, bazı bölgeler yoğun bir şekilde araştırılırken bazı bölgelere hiç gidilmemiştir.