Bıçak kılıcın esas kesici görevini yerine getiren en önemli bölümüdür. Uzunluğu ve genişliği üzerinde standart ölçüleri olmayan namlu Osmanlı kılıçlarında form olarak özellik gösterir ve Avrupa kılıçlarından bu özelliği itibari ile ayrılır. Osmanlı kılıçları hafif balçaktan uca doğru hafif eğimli ve tek taraflı keskin olarak yapılmışlardır. Bu eğimin kılıcın kullanılmasında kolaylığı ve etkinliği sağlamak üzere belirli teknik ölçülere göre verildiği muhakkaktır. Hint, İran ve Memlük kılıçlarında da bu eğrilik görülür. Türk kılıçlarının en büyük karakteristik özelliği namlularda kullanılan çeliğin elde edilmesi ve bu namlular üzerinde çağına göre ileri bir teknikle yapılan süsleme, bezeme ve hat sanatını uygulamalarıdır. Ayrıca Cengiz Han zamanında Moğol ülkesine giden Çinli elçiler bunların çelik işlemeyi bilmedikleri Moğol generallerinin ve ordularının kılıçlarını Uygur Türklerine ısmarladıklarını yazmışlardır. Kılıcın gerek yapımında gerekse kullanımında tarihi bir geçmişe ve ustalığa sahip olan Türk toplumu bu özelliğini Osmanlılar zamanında da devam ettirmiştir.
Kılıç namluları arasında en meşhur ve en seçkinlerinin Şam da yapılmış oldukları ve buna Şam’ ın Arapça adı olan” DIMIŞK” ile bağlantı kurularak “DIMIŞKİ” adı verildiği birçok kaynaklarda belirtilir. Hatta o kadar ki Şam tekniğini uygulayan ve Şam çeliği ile çalışanlara “DIMIŞKÇI” ünvanı verilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman ın saltanatının ilk yıllarında kendisine bayramlık hediye (bayramiye) veren sanatkarlar arasında DIMIŞKÇI Hüseyin in bir Dımışki yumurta, DIMIŞKÇI Murat ın on dımışki yumurta hediye ettiklerini görüyoruz. Burada yumurta deyimi ile kılıç yapımında kullanılan ve kılıç yumurtası diye adlandırılan has çelik kastedilmektedir.
Kılıç Osmanlılar zamanında sayıca en çok kullanılan silahlardan bir olduğu halde imalathaneleri ve buralarda kılıç yapılması esnasındaki işlemler hakkında kesin bilgi veren bir kaynak yoktur. yalnızca Evliya Çelebi seyahatnamesinde; Fatih Sultan Mehmed in Kurşunlumahzen ve Topkapı arasında yaptırmış olduğu Dımışkihane den bahisle: “Hatta Sultan 4.Murad ın kılıççıbaşısı Davud bu kılıçhanede işlerdi kale dışında, deniz kıyısında büyük bir işyeri idi” der.
Sultan Deli İbrahim başa geçince (1640), Dımışkihane nin Gümrük Emiri Ali Ağa tarafından satın alınarak yıktırıldığını böylece ne kılıçhanenin ne de demir madeninin adı ve nişanının kalmadığı belirtilir. Bir çok sefaretname ve seyahatnamelerde Türk kılıçlarına, kılıç talimlerine ve kılıç kullanmada Türk askerinin ustalıklarına dair pasajlar vardır Ahmed Cevdet Bey Tarih-i Askeri-i Osmani de şu gözlemlere yer verir; “
Herhalde Türk kılıçları şekil, görünüş ve hafiflik yönünden bizimkilerden daha mükemmeldir. Avrupa süvarilerindeki en büyük eksiklik kılıçlarının ağır oluşlarından ileri gelmektedir. Herkesin kendi kullanacağı kılıcı kendisinin seçmesi Osmanlılar da adettir. Yüzlerce yıldan beri Osmanlılar bütün dikkatlerini kılıcın mükemmelleştirilmesine vermiştir. Türk kılıçlarını kullanmak bir ustalık işidir. Öyle ki Yatağanın ağzının çok keskin olmasından ve biçiminden dolayı zamanla bir kullanım kültürü gelişmiştir. Örneğin yatağan sahibi, karşısındaki kişi zayıf ise yatağanın keskin ağzı ile değil de kesmeyen sırtı ile müdahale ederdi. Oğuzlar’ ın milli düşüncelerine göre Türkler tarafından icat edilen ve yine eşsiz bir şekilde kullanılan kılıcı bu eski geleneğin devamı olarak kullanılabilen sanatı Osmanlılar tarafından benimsenmiş ve Yeniçeri Ocağındaki talimhanede, talimhaneci tarafından kabza tutmak ve kılıç çalmak talimleri yapılmıştır. Kılıç çalmak; kılıca herhangi bir zarar vermeden hedef üzerine kullanma tekniğine uygun olarak indirip istenilen en yüksek sonucu almaktır.
Bir süs eşyası zarafetinde ince ve narin görünümü ile bugün müze vitrinlerini yerli ve yabancı kolleksiyonları süsleyen Türk kılıçları yaşadıkları çağlarda usta Türk savaşçısı elinde zırhları, miğferleri parçalayan aman vermez bir silah kimliğini taşımaktadır.
Süvari bir ulus olan Türklerde kılıcın her kişinin yanında taşıdığı bir araç olması çok doğaldır.Türkler at ve kılıçla tarih boyunca çağlar açmışlar,çağlar kapamışlardır.Kılıç Türklerde kutsal kabul edilmiştir.Demir ve onu eriten ateşin büyük bir ruhsal yönü olduğu kabul edilirdi. Demire büyük saygı gösteren Türkler bu nedenle kılıca da saygı göstermişler, yeminlerini kılıç üzerinde yapmışlardır.
İyi kılıç yapımı demiri bulan Türkler tarafından gerçekleştirilmiştir. Kamaların namlu denilen madeni bölümü daha da uzunlaştırılan Türk kılıçları dövme demirden ve ağırlıkları uç tarafa toplanacak biçimde yapılırdı.Her bozuluş yada kırılışta yeniden dövülerek kılıç biçimi veriliyordu. Türkler, kılıcın yapımında ve kullanımında de üstün yetenek göstermiş,kılıcın kullanım tekniğinde de büyük aşama yapmışlardır. Özel formüllerle yapılan kılıçlar yetenekli bileklerde büyük işler başarmışlardır. Tek vuruşta bir deve yavrusunu ikiye biçen bilek, yine tek vuruşta bir atlası ikiye bölüyor, kat kat yapılmış keçeyi doğruyordu.
Kılıcı saldırı aracı olarak kullanan Türkler kılı kesecek kadar hünerli idi ve savunma aracı olarak kalkanı da ona eş değer özellikte kullanıyordu. Avrupa kılıçları düz ve iki tarafı da keskin olarak yapılıyordu. Türk kılıçlarının ise bir tarafı keskin ve kıvrıktır. Mezarlarına atları ve kılıçları ile gömülmelerini isteyen Türklerin kazılarla sağlanan bulgularında bu tarihsel yönlerini yansıtan bir çok belge ele geçmiştir.
M.Ö. 23-24. Yüzyıl öncesine varan doğu Hun Türklerinin silahlarına ait Çin kaynaklarında geniş açıklamalar vardır. Bir bölümde şöyle denilmektedir: Onların hepsi zırhlı süvarilerdi. Uzağa mahsus silahları yay ve oktu,Kısa silahları ise keskin kılıçlar ve mızraktı.
Shamsir (şaşmir): Şaşmir Eski Persçe de kılıç anlamına gelmekle birlikte kuşağa takıldığına kıvrık namlusunun yandan bakıldığında aslanın kuyruğuna benzediği için de bu ismin verildiği söylenmektetir. İran, Türk, Rusya ve Hindistan da kullanılmıştır. Osmanlı Kılıçları
Zengin ve çeşitli içeriğe sahip olan Osmanlı da kullanılan silahları dört ana bölüme ayrılır. Bunlar vurucu silahlar (eslah-i darbe), delici silahlar (eslah-i nafize), kesici silahlar (eslah-i cariha), atıcı silahlar (eslah-i ramiye) diye adlandırılır. Bıçak kılıcın esas kesici görevini yerine getiren en önemli bölümüdür. Uzunluğu ve genişliği üzerinde standart ölçüleri olmayan namlu Osmanlı kılıçlarında form olarak özellik gösterir ve Avrupa kılıçlarından bu özelliği itibari ile ayrılır. Osmanlı kılıçları hafif balçaktan uca doğru hafif eğimli ve tek taraflı keskin olarak yapılmışlardır. Bu eğimin kılıcın kullanılmasında kolaylığı ve etkinliği sağlamak üzere belirli teknik ölçülere göre verildiği muhakkaktır. Hint, İran ve Memlük kılıçlarında da bu eğrilik görülür. Türk kılıçlarının en büyük karakteristik özelliği namlularda kullanılan çeliğin elde edilmesi ve bu namlular üzerinde çağına göre ileri bir teknikle yapılan süsleme, bezeme ve hat sanatını uygulamalarıdır. Ayrıca Cengiz Han zamanında Moğol ülkesine giden Çinli elçiler bunların çelik işlemeyi bilmedikleri Moğol generallerinin ve ordularının kılıçlarını Uygur Türklerine ısmarladıklarını yazmışlardır. Kılıcın gerek yapımında gerekse kullanımında tarihi bir geçmişe ve ustalığa sahip olan Türk toplumu bu özelliğini Osmanlılar zamanında da devam ettirmiştir.
Kılıç namluları arasında en meşhur ve en seçkinlerinin Şam da yapılmış oldukları ve buna Şam’ın Arapça adı olan” DIMIŞK” ile bağlantı kurularak “DIMIŞKΔ adı verildiği birçok kaynaklarda belirtilir. Hatta o kadar ki Şam tekniğini uygulayan ve Şam çeliği ile çalışanlara “DIMIŞKÇI” ünvanı verilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatının ilk yıllarında kendisine bayramlık hediye (bayramiye) veren sanatkârlar arasında DIMIŞKÇI Hüseyin in bir Dımışkî yumurta, DIMIŞKÇI Murat’ın on dımışkî yumurta hediye ettiklerini görüyoruz. Burada yumurta deyimi ile kılıç yapımında kullanılan ve kılıç yumurtası diye adlandırılan has çelik kastedilmektedir.
Kılıç Osmanlılar zamanında sayıca en çok kullanılan silahlardan bir olduğu halde imalathaneleri ve buralarda kılıç yapılması esnasındaki işlemler hakkında kesin bilgi veren bir kaynak yoktur. Yalnızca Evliya Çelebi seyahatnamesinde; Fatih Sultan Mehmet’in Kurşunlumahzen ve Topkapı arasında yaptırmış olduğu Dımışkihane den bahisle: “Hatta Sultan 4.Murad ın kılıççıbaşısı Davud bu kılıçhanede işlerdi kale dışında, deniz kıyısında büyük bir işyeri idi” der.
Sultan Deli İbrahim başa geçince (1640) Dımışkihane nin Gümrük Emiri Ali Ağa tarafından satın alınarak yıktırıldığını böylece ne kılıçhanenin ne de demir madeninin adı ve nişanının kalmadığı belirtilir. Birçok sefaretname ve seyahatnamelerde Türk kılıçlarına, kılıç talimlerine ve kılıç kullanmada Türk askerinin ustalıklarına dair pasajlar vardır Ahmed Cevdet Bey Tarih-i Askeri-i Osmanî de şu gözlemlere yer verir; ” Herhalde Türk kılıçları şekil, görünüş ve hafiflik yönünden bizimkilerden daha mükemmeldir. Avrupa süvarilerindeki en büyük eksiklik kılıçlarının ağır oluşlarından ileri gelmektedir. Herkesin kendi kullanacağı kılıcı kendisinin seçmesi Osmanlılar da adettir. Yüzlerce yıldan beri Osmanlılar bütün dikkatlerini kılıcın mükemmelleştirilmesine vermiştir. Türk kılıçlarını kullanmak bir ustalık işidir. Öyle ki Yatağanın ağzının çok keskin olmasından ve biçiminden dolayı zamanla bir kullanım kültürü gelişmiştir. Örneğin yatağan sahibi, karşısındaki kişi zayıf ise yatağanın keskin ağzı ile değil de kesmeyen sırtı ile müdahale ederdi. Oğuzların milli düşüncelerine göre Türkler tarafından icat edilen ve yine eşsiz bir şekilde kullanılan kılıcı bu eski geleneğin devamı olarak kullanılabilen sanatı Osmanlılar tarafından benimsenmiş ve Yeniçeri Ocağındaki talimhanede, talimhaneci tarafından kabza tutmak ve kılıç çalmak talimleri yapılmıştır. Kılıç çalmak; kılıca herhangi bir zarar vermeden hedef üzerine kullanma tekniğine uygun olarak indirip istenilen en yüksek sonucu almaktır.
Bir süs eşyası zarafetinde ince ve narin görünümü ile bugün müze vitrinlerini yerli ve yabancı koleksiyonları süsleyen Türk kılıçları yaşadıkları çağlarda usta Türk savaşçısı elinde zırhları, miğferleri parçalayan aman vermez bir silah kimliğini taşımaktadır.
Süvari bir ulus olan Türklerde kılıcın her kişinin yanında taşıdığı bir araç olması çok doğaldır. Türkler at ve kılıçla tarih boyunca çağlar açmışlar, çağlar kapamışlardır. Kılıç Türklerde kutsal kabul edilmiştir. Demir ve onu eriten ateşin büyük bir ruhsal yönü olduğu kabul edilirdi. Demire büyük saygı gösteren Türkler bu nedenle kılıca da saygı göstermişler, yeminlerini kılıç üzerinde yapmışlardır.
İyi kılıç yapımı demiri bulan Türkler tarafından gerçekleştirilmiştir. Kamaların namlu denilen madeni bölümü daha da uzunlaştırılan Türk kılıçları dövme demirden ve ağırlıkları uç tarafa toplanacak biçimde yapılırdı. Her bozuluş ya da kırılışta yeniden dövülerek kılıç biçimi veriliyordu. Türkler, kılıcın yapımında ve kullanımında de üstün yetenek göstermiş, kılıcın kullanım tekniğinde de büyük aşama yapmışlardır. Özel formüllerle yapılan kılıçlar yetenekli bileklerde büyük işler başarmışlardır. Tek vuruşta bir deve yavrusunu ikiye biçen bilek, yine tek vuruşta bir atlası ikiye bölüyor, kat kat yapılmış keçeyi doğruyordu.
Kılıcı saldırı aracı olarak kullanan Türkler kılı kesecek kadar hünerli idi ve savunma aracı olarak kalkanı da ona eş değer özellikte kullanıyordu. Avrupa kılıçları düz ve iki tarafı da keskin olarak yapılıyordu. Türk kılıçlarının ise bir tarafı keskin ve kıvrıktır. Mezarlarına atları ve kılıçları ile gömülmelerini isteyen Türklerin kazılarla sağlanan bulgularında bu tarihsel yönlerini yansıtan birçok belge ele geçmiştir. M.Ö. 23–24. Yüzyıl öncesine varan doğu Hun Türklerinin silahlarına ait Çin kaynaklarında geniş açıklamalar vardır. Bir bölümde şöyle denilmektedir:�Onların hepsi zırhlı süvarilerdi. Uzağa mahsus silahları yay ve oktu, Kısa silahları ise keskin kılıçlar ve mızraktı.
Shamsir (şaşmir): Şaşmir Eski Persçe de kılıç anlamına gelmekle birlikte kuşağa takıldığına kıvrık namlusunun yandan bakıldığında aslanın kuyruğuna benzediği için de bu ismin verildiği söylenmektetir. İran, Türk, Rusya ve Hindistan da kullanılmıştır.
Kılıç namluları arasında en meşhur ve en seçkinlerinin Şam da yapılmış oldukları ve buna Şam’ ın Arapça adı olan” DIMIŞK” ile bağlantı kurularak “DIMIŞKİ” adı verildiği birçok kaynaklarda belirtilir. Hatta o kadar ki Şam tekniğini uygulayan ve Şam çeliği ile çalışanlara “DIMIŞKÇI” ünvanı verilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman ın saltanatının ilk yıllarında kendisine bayramlık hediye (bayramiye) veren sanatkarlar arasında DIMIŞKÇI Hüseyin in bir Dımışki yumurta, DIMIŞKÇI Murat ın on dımışki yumurta hediye ettiklerini görüyoruz. Burada yumurta deyimi ile kılıç yapımında kullanılan ve kılıç yumurtası diye adlandırılan has çelik kastedilmektedir.
Kılıç Osmanlılar zamanında sayıca en çok kullanılan silahlardan bir olduğu halde imalathaneleri ve buralarda kılıç yapılması esnasındaki işlemler hakkında kesin bilgi veren bir kaynak yoktur. yalnızca Evliya Çelebi seyahatnamesinde; Fatih Sultan Mehmed in Kurşunlumahzen ve Topkapı arasında yaptırmış olduğu Dımışkihane den bahisle: “Hatta Sultan 4.Murad ın kılıççıbaşısı Davud bu kılıçhanede işlerdi kale dışında, deniz kıyısında büyük bir işyeri idi” der.
Sultan Deli İbrahim başa geçince (1640), Dımışkihane nin Gümrük Emiri Ali Ağa tarafından satın alınarak yıktırıldığını böylece ne kılıçhanenin ne de demir madeninin adı ve nişanının kalmadığı belirtilir. Bir çok sefaretname ve seyahatnamelerde Türk kılıçlarına, kılıç talimlerine ve kılıç kullanmada Türk askerinin ustalıklarına dair pasajlar vardır Ahmed Cevdet Bey Tarih-i Askeri-i Osmani de şu gözlemlere yer verir; “
Herhalde Türk kılıçları şekil, görünüş ve hafiflik yönünden bizimkilerden daha mükemmeldir. Avrupa süvarilerindeki en büyük eksiklik kılıçlarının ağır oluşlarından ileri gelmektedir. Herkesin kendi kullanacağı kılıcı kendisinin seçmesi Osmanlılar da adettir. Yüzlerce yıldan beri Osmanlılar bütün dikkatlerini kılıcın mükemmelleştirilmesine vermiştir. Türk kılıçlarını kullanmak bir ustalık işidir. Öyle ki Yatağanın ağzının çok keskin olmasından ve biçiminden dolayı zamanla bir kullanım kültürü gelişmiştir. Örneğin yatağan sahibi, karşısındaki kişi zayıf ise yatağanın keskin ağzı ile değil de kesmeyen sırtı ile müdahale ederdi. Oğuzlar’ ın milli düşüncelerine göre Türkler tarafından icat edilen ve yine eşsiz bir şekilde kullanılan kılıcı bu eski geleneğin devamı olarak kullanılabilen sanatı Osmanlılar tarafından benimsenmiş ve Yeniçeri Ocağındaki talimhanede, talimhaneci tarafından kabza tutmak ve kılıç çalmak talimleri yapılmıştır. Kılıç çalmak; kılıca herhangi bir zarar vermeden hedef üzerine kullanma tekniğine uygun olarak indirip istenilen en yüksek sonucu almaktır.
Bir süs eşyası zarafetinde ince ve narin görünümü ile bugün müze vitrinlerini yerli ve yabancı kolleksiyonları süsleyen Türk kılıçları yaşadıkları çağlarda usta Türk savaşçısı elinde zırhları, miğferleri parçalayan aman vermez bir silah kimliğini taşımaktadır.
Süvari bir ulus olan Türklerde kılıcın her kişinin yanında taşıdığı bir araç olması çok doğaldır.Türkler at ve kılıçla tarih boyunca çağlar açmışlar,çağlar kapamışlardır.Kılıç Türklerde kutsal kabul edilmiştir.Demir ve onu eriten ateşin büyük bir ruhsal yönü olduğu kabul edilirdi. Demire büyük saygı gösteren Türkler bu nedenle kılıca da saygı göstermişler, yeminlerini kılıç üzerinde yapmışlardır.
İyi kılıç yapımı demiri bulan Türkler tarafından gerçekleştirilmiştir. Kamaların namlu denilen madeni bölümü daha da uzunlaştırılan Türk kılıçları dövme demirden ve ağırlıkları uç tarafa toplanacak biçimde yapılırdı.Her bozuluş yada kırılışta yeniden dövülerek kılıç biçimi veriliyordu. Türkler, kılıcın yapımında ve kullanımında de üstün yetenek göstermiş,kılıcın kullanım tekniğinde de büyük aşama yapmışlardır. Özel formüllerle yapılan kılıçlar yetenekli bileklerde büyük işler başarmışlardır. Tek vuruşta bir deve yavrusunu ikiye biçen bilek, yine tek vuruşta bir atlası ikiye bölüyor, kat kat yapılmış keçeyi doğruyordu.
Kılıcı saldırı aracı olarak kullanan Türkler kılı kesecek kadar hünerli idi ve savunma aracı olarak kalkanı da ona eş değer özellikte kullanıyordu. Avrupa kılıçları düz ve iki tarafı da keskin olarak yapılıyordu. Türk kılıçlarının ise bir tarafı keskin ve kıvrıktır. Mezarlarına atları ve kılıçları ile gömülmelerini isteyen Türklerin kazılarla sağlanan bulgularında bu tarihsel yönlerini yansıtan bir çok belge ele geçmiştir.
M.Ö. 23-24. Yüzyıl öncesine varan doğu Hun Türklerinin silahlarına ait Çin kaynaklarında geniş açıklamalar vardır. Bir bölümde şöyle denilmektedir: Onların hepsi zırhlı süvarilerdi. Uzağa mahsus silahları yay ve oktu,Kısa silahları ise keskin kılıçlar ve mızraktı.
Shamsir (şaşmir): Şaşmir Eski Persçe de kılıç anlamına gelmekle birlikte kuşağa takıldığına kıvrık namlusunun yandan bakıldığında aslanın kuyruğuna benzediği için de bu ismin verildiği söylenmektetir. İran, Türk, Rusya ve Hindistan da kullanılmıştır. Osmanlı Kılıçları
Zengin ve çeşitli içeriğe sahip olan Osmanlı da kullanılan silahları dört ana bölüme ayrılır. Bunlar vurucu silahlar (eslah-i darbe), delici silahlar (eslah-i nafize), kesici silahlar (eslah-i cariha), atıcı silahlar (eslah-i ramiye) diye adlandırılır. Bıçak kılıcın esas kesici görevini yerine getiren en önemli bölümüdür. Uzunluğu ve genişliği üzerinde standart ölçüleri olmayan namlu Osmanlı kılıçlarında form olarak özellik gösterir ve Avrupa kılıçlarından bu özelliği itibari ile ayrılır. Osmanlı kılıçları hafif balçaktan uca doğru hafif eğimli ve tek taraflı keskin olarak yapılmışlardır. Bu eğimin kılıcın kullanılmasında kolaylığı ve etkinliği sağlamak üzere belirli teknik ölçülere göre verildiği muhakkaktır. Hint, İran ve Memlük kılıçlarında da bu eğrilik görülür. Türk kılıçlarının en büyük karakteristik özelliği namlularda kullanılan çeliğin elde edilmesi ve bu namlular üzerinde çağına göre ileri bir teknikle yapılan süsleme, bezeme ve hat sanatını uygulamalarıdır. Ayrıca Cengiz Han zamanında Moğol ülkesine giden Çinli elçiler bunların çelik işlemeyi bilmedikleri Moğol generallerinin ve ordularının kılıçlarını Uygur Türklerine ısmarladıklarını yazmışlardır. Kılıcın gerek yapımında gerekse kullanımında tarihi bir geçmişe ve ustalığa sahip olan Türk toplumu bu özelliğini Osmanlılar zamanında da devam ettirmiştir.
Kılıç namluları arasında en meşhur ve en seçkinlerinin Şam da yapılmış oldukları ve buna Şam’ın Arapça adı olan” DIMIŞK” ile bağlantı kurularak “DIMIŞKΔ adı verildiği birçok kaynaklarda belirtilir. Hatta o kadar ki Şam tekniğini uygulayan ve Şam çeliği ile çalışanlara “DIMIŞKÇI” ünvanı verilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatının ilk yıllarında kendisine bayramlık hediye (bayramiye) veren sanatkârlar arasında DIMIŞKÇI Hüseyin in bir Dımışkî yumurta, DIMIŞKÇI Murat’ın on dımışkî yumurta hediye ettiklerini görüyoruz. Burada yumurta deyimi ile kılıç yapımında kullanılan ve kılıç yumurtası diye adlandırılan has çelik kastedilmektedir.
Kılıç Osmanlılar zamanında sayıca en çok kullanılan silahlardan bir olduğu halde imalathaneleri ve buralarda kılıç yapılması esnasındaki işlemler hakkında kesin bilgi veren bir kaynak yoktur. Yalnızca Evliya Çelebi seyahatnamesinde; Fatih Sultan Mehmet’in Kurşunlumahzen ve Topkapı arasında yaptırmış olduğu Dımışkihane den bahisle: “Hatta Sultan 4.Murad ın kılıççıbaşısı Davud bu kılıçhanede işlerdi kale dışında, deniz kıyısında büyük bir işyeri idi” der.
Sultan Deli İbrahim başa geçince (1640) Dımışkihane nin Gümrük Emiri Ali Ağa tarafından satın alınarak yıktırıldığını böylece ne kılıçhanenin ne de demir madeninin adı ve nişanının kalmadığı belirtilir. Birçok sefaretname ve seyahatnamelerde Türk kılıçlarına, kılıç talimlerine ve kılıç kullanmada Türk askerinin ustalıklarına dair pasajlar vardır Ahmed Cevdet Bey Tarih-i Askeri-i Osmanî de şu gözlemlere yer verir; ” Herhalde Türk kılıçları şekil, görünüş ve hafiflik yönünden bizimkilerden daha mükemmeldir. Avrupa süvarilerindeki en büyük eksiklik kılıçlarının ağır oluşlarından ileri gelmektedir. Herkesin kendi kullanacağı kılıcı kendisinin seçmesi Osmanlılar da adettir. Yüzlerce yıldan beri Osmanlılar bütün dikkatlerini kılıcın mükemmelleştirilmesine vermiştir. Türk kılıçlarını kullanmak bir ustalık işidir. Öyle ki Yatağanın ağzının çok keskin olmasından ve biçiminden dolayı zamanla bir kullanım kültürü gelişmiştir. Örneğin yatağan sahibi, karşısındaki kişi zayıf ise yatağanın keskin ağzı ile değil de kesmeyen sırtı ile müdahale ederdi. Oğuzların milli düşüncelerine göre Türkler tarafından icat edilen ve yine eşsiz bir şekilde kullanılan kılıcı bu eski geleneğin devamı olarak kullanılabilen sanatı Osmanlılar tarafından benimsenmiş ve Yeniçeri Ocağındaki talimhanede, talimhaneci tarafından kabza tutmak ve kılıç çalmak talimleri yapılmıştır. Kılıç çalmak; kılıca herhangi bir zarar vermeden hedef üzerine kullanma tekniğine uygun olarak indirip istenilen en yüksek sonucu almaktır.
Bir süs eşyası zarafetinde ince ve narin görünümü ile bugün müze vitrinlerini yerli ve yabancı koleksiyonları süsleyen Türk kılıçları yaşadıkları çağlarda usta Türk savaşçısı elinde zırhları, miğferleri parçalayan aman vermez bir silah kimliğini taşımaktadır.
Süvari bir ulus olan Türklerde kılıcın her kişinin yanında taşıdığı bir araç olması çok doğaldır. Türkler at ve kılıçla tarih boyunca çağlar açmışlar, çağlar kapamışlardır. Kılıç Türklerde kutsal kabul edilmiştir. Demir ve onu eriten ateşin büyük bir ruhsal yönü olduğu kabul edilirdi. Demire büyük saygı gösteren Türkler bu nedenle kılıca da saygı göstermişler, yeminlerini kılıç üzerinde yapmışlardır.
İyi kılıç yapımı demiri bulan Türkler tarafından gerçekleştirilmiştir. Kamaların namlu denilen madeni bölümü daha da uzunlaştırılan Türk kılıçları dövme demirden ve ağırlıkları uç tarafa toplanacak biçimde yapılırdı. Her bozuluş ya da kırılışta yeniden dövülerek kılıç biçimi veriliyordu. Türkler, kılıcın yapımında ve kullanımında de üstün yetenek göstermiş, kılıcın kullanım tekniğinde de büyük aşama yapmışlardır. Özel formüllerle yapılan kılıçlar yetenekli bileklerde büyük işler başarmışlardır. Tek vuruşta bir deve yavrusunu ikiye biçen bilek, yine tek vuruşta bir atlası ikiye bölüyor, kat kat yapılmış keçeyi doğruyordu.
Kılıcı saldırı aracı olarak kullanan Türkler kılı kesecek kadar hünerli idi ve savunma aracı olarak kalkanı da ona eş değer özellikte kullanıyordu. Avrupa kılıçları düz ve iki tarafı da keskin olarak yapılıyordu. Türk kılıçlarının ise bir tarafı keskin ve kıvrıktır. Mezarlarına atları ve kılıçları ile gömülmelerini isteyen Türklerin kazılarla sağlanan bulgularında bu tarihsel yönlerini yansıtan birçok belge ele geçmiştir. M.Ö. 23–24. Yüzyıl öncesine varan doğu Hun Türklerinin silahlarına ait Çin kaynaklarında geniş açıklamalar vardır. Bir bölümde şöyle denilmektedir:�Onların hepsi zırhlı süvarilerdi. Uzağa mahsus silahları yay ve oktu, Kısa silahları ise keskin kılıçlar ve mızraktı.
Shamsir (şaşmir): Şaşmir Eski Persçe de kılıç anlamına gelmekle birlikte kuşağa takıldığına kıvrık namlusunun yandan bakıldığında aslanın kuyruğuna benzediği için de bu ismin verildiği söylenmektetir. İran, Türk, Rusya ve Hindistan da kullanılmıştır.