Roma Taş Ocakları
TAŞLARIN OCAKTAN ÇIKARILMASI
Taşların çıkarılma yöntemi, kullanılan aletten çok, maden yatağının jeolojik yapısına, taşın değerine ve işlevine göre değişir ). Bazen, Paros'un "lykhnites" olarak bilinen yüksek saflıktaki heykeltraşlık mermerinde olduğu gibi (yeraltından çıkarıldığından dolayı Grekçe'deki lamba, lykhnos, sözcüğünden gelir), damarı izlemek için yamaçta bir tünel açmak gerekir .Paros'ta hem yeraltında hem de yerüstünde taş ocakları vardı. Aynı durum Roma yakınlarındaki süngertaşı ocakları için de geçerliydi. Bazı durumlarda, örneğin Mons Claudianus'ta, kaya genellikle uygulandığı gibi ocak yüzlerinin tamamı kullanılarak işlenmez. İyi kayaçların yeryüzüne çıkmış pek çok katmanı vardır. Bu yüzden Romalılar kolayca elde edilebilen kalın parçaları ayırarak çalışmayı en aza indirme yoluna gitmişlerdir. Ama asıl yeğlenen yöntem, sürekli olarak bir dikey bir yatay yüzün ya da aynı anda her ikisinin çalışılarak taş ocağının sistematik olarak işletilmesiydi. Genellikle ocaklar yamaçlara açılır ve taş blokları basamaklar halinde alınırdı
Taş çıkarma yöntemleri çok basittir ve Eski Mısır'dan bugüne aslında pek değişmeden gelmiştir: Taşın kesilerek çıkartılması yönteminde ön yüzü ve tepesi açık olan kayanın diğer üç yüzüne derin ve dar açmalar kesilir. Bazen bunun yerine anakaya içindeki çatlaklardan da yararlanılır. Açmaların derinliği, çıkarılmak istenen taş bloğunun yüksekliği kadar olmalıdır.
Kaya üzerine külünk (kaya ve taş kırmakta kullanılan ucu sivri kazma ile düzgün çizgiler boyunca vurularak ufak parçalar kopara kopara açma içinde derinleşilir. Ama aşağı doğru eğimli biçimde inildiğinden açma gitgide daralacaktır. Bu yüzden açmalar murca sivri uçlu taşçı kalemi.madırga taş oyarken kalem, murç gibi aletlere vurmakta kullanılan kısa, ağır demir tokmak ile vurularak düzeltilir. Bu işlem, açma duvarında birbirine paralel çizgiler oluşmasına yol açar; çizgilerin uzunluğu kullanılan murcun boyuyla doğru orantılıdır.
Taş bloğunun üç yanı açmalar yardımıyla anakayadan ayrıldıktan sonra kayaya bağlı kalan son yanına çatlatma yöntemi uygulanır. Yanyana açılan yuvalara sokulan demir veya tahta kamalara (taşı yarmak için kullanılan sivri uçlu, yassı demir ya da ağaç parçası, takoz) vurularak taş çatlatılır . Sert mermerler ve granit için demir ve tunçtan kamalar, daha yumuşak taşlarda (kireçtaşı, şist gibi) ise tahta kamalar kullanılırdı. Bazen, Prokonnessos mermer ocaklarında olduğu gibi, bloğun kaya yüzeyinden ayrılmasını desteklemek için çatlatılacak yere önce boydan boya sığ bir oluk açılabilir.15-20cm derinlikte V biçimi kesitli bu oluğun sivri dibi 2-3 cm eninde düzlenir ve kamalar buraya yerleştirilirdi. Çatlatma yönteminde trapez (yamuk) ya da yarım yuvarlak yassı kamalar kullanılır. Taş çıkarıldıktan sonra kama yuvalarının izleri kalır
Çok sık olmamakla birlikte kullanılan başka bir yöntem de pointillé (noktalı çizgi) tekniğiydi. Üç yanda açılan ayırma açmalarının tabanına yakın aralıklarla dizilen silindirik deliklerin bir noktasından kesmek gerekirdi. Bu yapılırken, bloğu anakayadan ayırmak için baskı bir köşeden uygulanabilirdi. Bu yöntemin başarısı en başta taşın kendine özgü ayırma tekniklerine bağlıdır. Bazen kama yöntemi ve pointillé yöntemi, Thasos'taki Aliki'de olduğu gibi, birbirine bağlı olarak kullanılırdı. Ayrıca Naksos'taki mermer ocaklarında da bu yöntemin uygulanmış olduğu bilinmektedir. Pointillé tekniği hem blokların hem de sütunların çıkarılmasında kullanılabilir ve özellikle eğimli kayalar için uygundur.
Kaya kütlesi bir tümseğe ya da çıkıntılı kısımlara sahipse ısı şoku uygulanırdı. Bunun için çıkarılacak bloğun boyutları önceden belirlenir ve taşın dört yüzeyinde de çalışılır. Bir kılavuz çizgisi kesilerek bu çizginin her iki ucunda ateş yakılır, ısınan taşa soğuk su dökülerek taşın kesilen çizgiler boyunca yarılması sağlanır.
Çoğunlukla renkli mermerden ve taşlardan yapılan kaplamalar ise Eski Mısır'da olduğu gibi bakır testerelerle kesilirdi. Daha sert kayalar için, dişsiz bıçaklar taneleri bakır üzerine gömülmüş olan zımpara ile kullanılırdı. Bu tür testereler Geç İmparatorluk döneminde bazen su gücüyle çalıştırılmışlardır. Ausonius'un MS 4. yy.'ın ortalarında Moselle Nehri üstüne yazdığı şiirde geçen kısa bir anlatım bu konuda ipucu vermektedir. Bu kısımda Moselle'ye Trier'in hemen aşağısından katılan Erubris'in (Ruwar) kıyılarında su çarkları tarafından çalıştırılan testereler anlatılmaktadır Plinius yine bu bölgede bulunan bir tür sabuntaşının, kiremit olarak kullanılmak üzere testerelerle tahta gibi kolaylıkla kesilebildiğini bildirmektedir.
ROMA'DA KULLANILAN YAPI TAŞLARI
A. TÜF VE DİĞER VOLKANİK TAŞLAR
Tüf ve diğer volkanik taşlar Tiber'in kuzeyindeki Sabatini ve güneyindeki Alban (Latian) yanardağ gruplarının etkinliklerinin çeşitli evrelerinde oluşmuşlardır. Bu malzeme Etrüskler döneminde özellikle Güney Etruria'daki surların ve oda mezarların yapımında kullanılmıştı. Roma'daki Geç Cumhuriyet dönemi yapıları, Hellenistik üsluplar ve oranlardan etkilenmelerine karşın, Augustus dönemine kadar Roma ve çevresinden gelen tüf ile inşa edilmişlerdi.
Capellaccio Roma'nın tepelerini ince bir tabaka halinde kaplayan bir tüf çeşididir. MÖ 6. ve 5. yüzyıllar boyunca Roma'da kullanılan tek yapı taşıydı. Ama fethedilen bölgelerde bulunan daha sert taşların Romalıların kullanımına açılması, capellaccionun rolünün, temellerin kaplanması, kuyuların, su kemerlerinin ve lağımların astarlanması ve kaldırımlara temel yapılması gibi işlerle sınırlanmasına neden oldu. Çabuk dağılabilen bir taş olduğundan anıtsal mimari için uygun değildir. MÖ 1. yy.'dan sonra çok az kullanılmıştır.
Başka bir tüf çeşidi olan Grotta Oscura tüfü, Roma'dan on beş km uzaklıktaki Grotta Oscura'dan çıkarılmaktaydı (resim 1). Bu bölge MÖ 396'da Veii'nin yıkılışına kadar Etrüskler'in elindeydi. Ocakların ne zaman açıldığı bilinmemekle birlikte MÖ 4. yy.'a kadar yaygın biçimde kullanılmadığı kesindir. Gevrek ve gözenekli yapısı yüzünden iyi bir taş değildir. Yine de MÖ 2. yy.'ın sonuna kadar dörtgen taş duvarlarda ve temellerde kullanılmıştır. Köprü inşaatlarında çekirdek olarak kullanılması Romalılar'ın bu taşın suya karşı duyarlı olduğunu tam olarak anlamadıklarını gösterir. Hafif bir malzeme olan Grotta Oscura tüfü, tonoz yapılırken harca katılmaktaydı. Grotta Oscura ocakları MÖ 4. yy.'dan 2. yy.'ın ortalarına kadar yapılar için malzeme sağladı.
Monte Verde tüfü ve onun dördüncü katmanı olan Anio tüfü bu kronolojik farklılık dışında birbirine çok benzer. Yapı malzemesi olarak Monto Verde tüfü Anio'dan az çok daha serttir ama daha kolay kırılabilir. Monte Verde tüfü Tiber nehrinin karşısında çıkarılıyor ve nehir yoluyla taşınıyordu. Bu malzeme MÖ 125 ile 75 arasında çok popülerdi, MÖ 50'den sonra ise çok az kullanılmıştı. Anio tüfünün kullanımı MÖ 1. yy.'da artmıştı; Augustus döneminde kullanılan tüfler Anio ocaklarından sağlanıyordu.
Peperino (saxum Albanum), koyu lava, beyaz kireçtaşı parçaları ve başka maddeler içeren sert, ince taneli koyu gri bir tüf çeşidiydi. Ağırlığa dayanıklı, iyi bir yapı malzemesiydi. Oyulmaya uygun olduğundan yazıtlar, sütun başlıkları, silmeler için istenmekteydi. Üstü stucco kaplanarak kötü görüntüsü gizlenebiliyordu. Başlıca eksikliği ise ocaklardan 24 km uzaklıktaki kente taşınmasının pahalı olması ve elverişli bir su yolu bulunmamasıydı. MÖ 1. yy.'daki tapınak inşaatlarında peperino daha çok traverten ile birlikte kullanıldı. Augustus döneminin ortalarından Nero'nun imparatorluğuna kadar neredeyse terk edildi. Yangına dayanıklı olması başka bir özelliğiydi ve öteki taşlara göre bu üstünlüğü Nero dönemindeki yangından sonra yeniden yaygınlaşmasını sağladı.
Gabin taşı (saxum Gabinum), içindeki kahverengi kül karışımına karşın renginden çok yapısı ile peperinodan ayrılır. Sağlamlık ve ateşe dayanıklılık özellikleri ile peperinoya benzer ama içindeki kaba maddeler stucco ile kaplanmasına ve oyulabilmesine engel olur. Bilinen en erken kullanımı su kemerlerindedir. MÖ 2. yy.'ın sonuna doğru yapılarda kullanılmaya başlanan Gabine taşına, peperinodan daha aşağı kalitede olduğundan sınırlı yer verilmişti. Yine de, herhalde ekonomik nedenlerle Iulius Caesar ve Augustus forumlarında kullanılmıştı.
Süngertaşı (pumix), Roma yapılarında pek büyük rol oynamamıştır. Ama başka amaçlarla çeşitli kullanımları söz konusudur: Örneğin toz haline getirilen süngertaşı mermer kesimi ve cilası için kullanılırdı. Antik yazarlar, bu terimi nymphelerin sözde mağaralarında bulunan sarkıt oluşumları için de kullanmışlardır.
B. TRAVERTEN
Traverten erken dönemde kullanılmış sert taşlar arasındaydı. Tüf olmamakla birlikte yanardağ etkinliğinin dolaylı bir sonucuydu. Roma ile Tivoli arasında büyük traverten yatakları vardı ve Alba yanardağlarının erken dönemdeki püskürmeleriyle ilgili olan sülfürlü kaynak suları tarafından yığılmıştı. Kremrengi ve ince yapılı olması güzel bir görünüm vermekteydi, tüf taşlarının çoğu gibi estetik nedenlerle yüzeyinin gizlenmesine gerek yoktu, ayrıca oyulmaya da uygundu. Yine de Romalılar'ın gözünde bazı kusurları vardı: Dikildiğinde çatlayabilirdi, ateşe maruz kaldığında toz haline geliyordu ve çıkarılması pahalıydı. Bunlara karşın, MÖ 1. yy.'da yapının tamamı için kullanılmaya başlandı ve İmparatorluk döneminde de kullanımı sürdü. Köprülerin kemer taşlarında uygulanmasının ardından öteki kemerler için de bundan yararlanıldı. Kemerlerin, tiyatroların yapımında geniş yer almaya başlamasıyla, traverten aranan bir malzeme oldu. Mezar cephelerinde kullanıldığı gibi kaldırımlar ve basamaklar için de uygun bir malzemeydi. İnşaat sırasında artan traverten parçaları Iulius Caesar, Augustus ve Tiberius dönemindeki betonda kendilerine yer buldular. Traverten parçaları beton tabakaları arasında bir çeşit bağlantı oluşturmak üzere değerlendiriliyordu.
C. MERMER VE GRANİT
Mermer sıcaklık ve basınç altında kristalize olmuş kireçtaşıdır. Romalılar "marmor" sözcüğünü çok geniş anlamda, her tür ince, sert heykeltraşlık ya da mimarlıkta kullanılabilecek yüksek kalite taşları kapsayacak biçimde kullanmışlardır. "Mermer"in granit, porfir, diorit, bazalt ve daha iyi bazı kireçtaşlarını olduğu kadar tüm mermer ve breş çeşitlerini içine aldığı düşünülebilir. Bu mermerlerin büyük çoğunluğu iki ana bölgeden, her ikisi de Akdeniz'den -Ege dünyası ve Mısır- gelmektedir. Batıda da iyi mermerler vardır ama pek azı Akdeniz'deki ocaklarla karşılaştırılacak ölçüde işletilmektedir. Bunlardan biri Luna'nın beyaz mermeridir. Bu taş ocağına sahip olan Etrüskler'in malzemeyi çok az kullanmış olması dikkati çeker Bir diğeri antik Numidia'daki Simitthus'un sarı mermeridir (giallo antico). Kuzey'de, Galia'da Pireneler'de de taş ocakları vardır ama Ege ve Mısır en büyük mermer kaynağı olarak kalmıştır.
Roma'daki ilk mermer tapınak (Q. Caecilius Metellius tarafından yaptırılan Iupiter Stator Tapınağı) MÖ 146'dan sonraya tarihlenmektedir ve Yunan mermerindendir (BOETHIUS 1970: 116). Sulla, MÖ 83'teki yangından sonra Capitolinum Tapınağına Atina'daki Olympieion'un Korinth stili mermer sütunlarını göndermişti. Plinius'a göre evinin duvarlarını mermerle kaplayan ilk Romalı, Caesar'ın praefectus fabrumu olan Mamurra'ydı ve ayrıca evini Luna ve Karystos mermerinden sütunlar süslemekteydi (Plinius, NH 36.7(48)). Mamurra, Caesar'ın bayındırlık etkinliklerinde kullanılması için Luna'daki büyük yatakların açılmasında da herhalde doğrudan aracı olmuştu. Cumhuriyet dönemi, MÖ 177'de "colonia civium romanorum"un kurulmasının üstünden çok zaman geçmeden Apua Alpleri'ndeki Luna mermer endüstrisinin doğuşuna tanık oldu. Üretim kapasitesi yerel taleplerin ötesine ulaşarak çok çabuk büyüdü. Roma'da mermer kullanımının az olması yüzünden MÖ 1. yy.'ın başında ne Luna'da ne de İtalya'nın başka yerinde bir mermer endüstrisi yoktu ve az miktarda kullanılan mermerler Küçük Asya ve Yunanistan'daki taş ocaklarından getirtiliyordu. Yaklaşık yarım yüzyıl sonra, MÖ 48'de Plinius, Luna mermerlerinin Roma'da yaygın olarak kullanıldığını, neredeyse Yunanistan'ın beyaz mermeri ve Küçük Asya'nın gri ve beyaz mermeriyle rekabet ettiğini yazar. Ocaklarındaki iyi malzemenin bolluğu Luna'nın elindeki tek koz değildi. Gerçekte Luna kenti iyi bir ticari limana (portus Lunae) sahipti ve Via Aemilia Scauri kenti Roma'ya ulaşan yollara bağlıyordu.
Geç Cumhuriyet döneminde, Luna mermer endüstrisi Roma'nın yeni yönetici ve tüccar sınıfı arasında yaygın olan lüks tutkusu yüzünden önemli ölçüde ilerledi. Plinius, bu dönemde görülen lüksün İmparatorluk dönemindekini bastırdığını söyler. Antik kaynaklarda, evlerde mermer kullanımının yaygınlaşması Roma ahlakının çöküşünün ilk belirtilerinden biri olarak gösterilmekteydi (DOLCI 1988: 78). MÖ 95'te evine Hymettos memerinden altı sütun yerleştirdiği için L. Crassus'u "bastırılamayan savurganlıkla" suçlayan M Brutus, Roma'da özel evlerde mermer kullanımının ilk örnekleri görüldüğünde de bunları sert biçimde eleştirmişti (Plinius, NH, 36.1(39; 2(6); 3(8); 5(44-5); 9(51)). Augustus'un Roma'yı tuğlalar kenti olarak kurup mermerler kenti olarak bırakmakla övündüğü bilinmektedir. Aslında Augustus döneminde, hem beyaz ve hem de Geç Hellenistik zevki sürdüren renkli mermerler anıtsal yapılarda pek de yaygın değildi ve çoğu kaplama olarak kullanılıyordu. Forum Augustus ve Basilica Aemilia mermerden yapılan Augustus dönemi yapılarıdır. MÖ 28'e tarihlenen Palatin'deki Apollon Tapınağı Luna mermerinden yapılmış, yanındaki portikoda ise Numidia mermerinden sütunlar kullanılmıştı. Castor Tapınağı'nın podiumu tamamen Luna mermeriyle kaplıydı. Forum Romanum'daki Concordia Tapınağı'nın kaplamalarında africano (Teos), giallo antico (Numidia), pavonazzetto (Dokimeion) ve cipollino (Euboea) mermerleri kullanılmıştı. Luna ocaklarının, en yüksek çalışma düzeyine Traian döneminde ulaştığı söylenebilir. Yine de MS erken 2. yy.'dan itibaren Luna'nın yerini Prokonnessos'tan gelen beyaz mermer almaya başladı. Luna mermerinin kullanımı mimari süslemeler ve heykeltraşlıkta sürse de geç 2. yy. ve erken 3. yy.'lardan itibaren doğu mermerleri mimarlıkta ve lahitlerde baskın duruma geldi. Örneğin Panteon'un başlıkları Pentelikon mermerindendi. 4. yy.'da ise Luna mermerine geri dönüş yaşandı.
Mısır Roma mimarları için önemli bir yapı malzemesi kaynağıydı, buradaki ocaklarda çok çeşitli taşlar çıkarılırdı (kaymaktaşı, breş, dolerit, granit, alçıtaşı, kireçtaşı, mermer, kuvarsit, kumtaşı, şist, yılantaşı ve sabuntaşı). Mısır'daki taş ocaklarının Romalılar tarafından tam olarak ne zaman işletildiği tartışma konusudur. Plinius bunların çoğunun Augustus ve Tiberius döneminde çıkarıldığını bildirir. İmparator Claudius Mısır'ın Doğu Çölü'ndeki Mons Claudianus'un hornblende (doğal alüminyum, kalsiyum, demir ve magnezyum silikatından oluşmuş koyu yeşil ya da siyah parlak bir amfibol/silikat grubu türü) granit ocaklarını Yahudi tutsaklarla çalıştırmıştı. Traian Forumu'nda kullanıldığından "Forum'un graniti" olarak anılırdı. Mor porfir ocaklarının büyük ölçüde çalıştırılmaya başlaması için genellikle Plinius'a dayanarak Claudius dönemi verilir. Arkeolojik kanıtlar ise mor porfirin az miktarlarda da olsa Caligula döneminde İtalya'da kullanıldığını gösterir. Septimius Severus döneminde Syene yakınındaki kırmızı granit çıkarılan bir ocak işletilmeye başlamıştı. Aslında bu granit ocakları Eski Mısır'da yüzlerce yıldan beri çalıştırılıyordu. Mons Claudianus'tan çıkan gri granit ise Mısırlılar tarafından çıkarılmamıştı ve Flaviuslar döneminden itibaren Roma'da yaygın olarak kullanılmıştı. Suriye'de, Damascus yakınında Baalbek'teki büyük mermer ocakları Antonius Pius zamanında (138-161) yoğun içimde çalıştırılmıştı.
Taşların çıkarılma yöntemi, kullanılan aletten çok, maden yatağının jeolojik yapısına, taşın değerine ve işlevine göre değişir ). Bazen, Paros'un "lykhnites" olarak bilinen yüksek saflıktaki heykeltraşlık mermerinde olduğu gibi (yeraltından çıkarıldığından dolayı Grekçe'deki lamba, lykhnos, sözcüğünden gelir), damarı izlemek için yamaçta bir tünel açmak gerekir .Paros'ta hem yeraltında hem de yerüstünde taş ocakları vardı. Aynı durum Roma yakınlarındaki süngertaşı ocakları için de geçerliydi. Bazı durumlarda, örneğin Mons Claudianus'ta, kaya genellikle uygulandığı gibi ocak yüzlerinin tamamı kullanılarak işlenmez. İyi kayaçların yeryüzüne çıkmış pek çok katmanı vardır. Bu yüzden Romalılar kolayca elde edilebilen kalın parçaları ayırarak çalışmayı en aza indirme yoluna gitmişlerdir. Ama asıl yeğlenen yöntem, sürekli olarak bir dikey bir yatay yüzün ya da aynı anda her ikisinin çalışılarak taş ocağının sistematik olarak işletilmesiydi. Genellikle ocaklar yamaçlara açılır ve taş blokları basamaklar halinde alınırdı
Taş çıkarma yöntemleri çok basittir ve Eski Mısır'dan bugüne aslında pek değişmeden gelmiştir: Taşın kesilerek çıkartılması yönteminde ön yüzü ve tepesi açık olan kayanın diğer üç yüzüne derin ve dar açmalar kesilir. Bazen bunun yerine anakaya içindeki çatlaklardan da yararlanılır. Açmaların derinliği, çıkarılmak istenen taş bloğunun yüksekliği kadar olmalıdır.
Kaya üzerine külünk (kaya ve taş kırmakta kullanılan ucu sivri kazma ile düzgün çizgiler boyunca vurularak ufak parçalar kopara kopara açma içinde derinleşilir. Ama aşağı doğru eğimli biçimde inildiğinden açma gitgide daralacaktır. Bu yüzden açmalar murca sivri uçlu taşçı kalemi.madırga taş oyarken kalem, murç gibi aletlere vurmakta kullanılan kısa, ağır demir tokmak ile vurularak düzeltilir. Bu işlem, açma duvarında birbirine paralel çizgiler oluşmasına yol açar; çizgilerin uzunluğu kullanılan murcun boyuyla doğru orantılıdır.
Taş bloğunun üç yanı açmalar yardımıyla anakayadan ayrıldıktan sonra kayaya bağlı kalan son yanına çatlatma yöntemi uygulanır. Yanyana açılan yuvalara sokulan demir veya tahta kamalara (taşı yarmak için kullanılan sivri uçlu, yassı demir ya da ağaç parçası, takoz) vurularak taş çatlatılır . Sert mermerler ve granit için demir ve tunçtan kamalar, daha yumuşak taşlarda (kireçtaşı, şist gibi) ise tahta kamalar kullanılırdı. Bazen, Prokonnessos mermer ocaklarında olduğu gibi, bloğun kaya yüzeyinden ayrılmasını desteklemek için çatlatılacak yere önce boydan boya sığ bir oluk açılabilir.15-20cm derinlikte V biçimi kesitli bu oluğun sivri dibi 2-3 cm eninde düzlenir ve kamalar buraya yerleştirilirdi. Çatlatma yönteminde trapez (yamuk) ya da yarım yuvarlak yassı kamalar kullanılır. Taş çıkarıldıktan sonra kama yuvalarının izleri kalır
Çok sık olmamakla birlikte kullanılan başka bir yöntem de pointillé (noktalı çizgi) tekniğiydi. Üç yanda açılan ayırma açmalarının tabanına yakın aralıklarla dizilen silindirik deliklerin bir noktasından kesmek gerekirdi. Bu yapılırken, bloğu anakayadan ayırmak için baskı bir köşeden uygulanabilirdi. Bu yöntemin başarısı en başta taşın kendine özgü ayırma tekniklerine bağlıdır. Bazen kama yöntemi ve pointillé yöntemi, Thasos'taki Aliki'de olduğu gibi, birbirine bağlı olarak kullanılırdı. Ayrıca Naksos'taki mermer ocaklarında da bu yöntemin uygulanmış olduğu bilinmektedir. Pointillé tekniği hem blokların hem de sütunların çıkarılmasında kullanılabilir ve özellikle eğimli kayalar için uygundur.
Kaya kütlesi bir tümseğe ya da çıkıntılı kısımlara sahipse ısı şoku uygulanırdı. Bunun için çıkarılacak bloğun boyutları önceden belirlenir ve taşın dört yüzeyinde de çalışılır. Bir kılavuz çizgisi kesilerek bu çizginin her iki ucunda ateş yakılır, ısınan taşa soğuk su dökülerek taşın kesilen çizgiler boyunca yarılması sağlanır.
Çoğunlukla renkli mermerden ve taşlardan yapılan kaplamalar ise Eski Mısır'da olduğu gibi bakır testerelerle kesilirdi. Daha sert kayalar için, dişsiz bıçaklar taneleri bakır üzerine gömülmüş olan zımpara ile kullanılırdı. Bu tür testereler Geç İmparatorluk döneminde bazen su gücüyle çalıştırılmışlardır. Ausonius'un MS 4. yy.'ın ortalarında Moselle Nehri üstüne yazdığı şiirde geçen kısa bir anlatım bu konuda ipucu vermektedir. Bu kısımda Moselle'ye Trier'in hemen aşağısından katılan Erubris'in (Ruwar) kıyılarında su çarkları tarafından çalıştırılan testereler anlatılmaktadır Plinius yine bu bölgede bulunan bir tür sabuntaşının, kiremit olarak kullanılmak üzere testerelerle tahta gibi kolaylıkla kesilebildiğini bildirmektedir.
ROMA'DA KULLANILAN YAPI TAŞLARI
A. TÜF VE DİĞER VOLKANİK TAŞLAR
Tüf ve diğer volkanik taşlar Tiber'in kuzeyindeki Sabatini ve güneyindeki Alban (Latian) yanardağ gruplarının etkinliklerinin çeşitli evrelerinde oluşmuşlardır. Bu malzeme Etrüskler döneminde özellikle Güney Etruria'daki surların ve oda mezarların yapımında kullanılmıştı. Roma'daki Geç Cumhuriyet dönemi yapıları, Hellenistik üsluplar ve oranlardan etkilenmelerine karşın, Augustus dönemine kadar Roma ve çevresinden gelen tüf ile inşa edilmişlerdi.
Capellaccio Roma'nın tepelerini ince bir tabaka halinde kaplayan bir tüf çeşididir. MÖ 6. ve 5. yüzyıllar boyunca Roma'da kullanılan tek yapı taşıydı. Ama fethedilen bölgelerde bulunan daha sert taşların Romalıların kullanımına açılması, capellaccionun rolünün, temellerin kaplanması, kuyuların, su kemerlerinin ve lağımların astarlanması ve kaldırımlara temel yapılması gibi işlerle sınırlanmasına neden oldu. Çabuk dağılabilen bir taş olduğundan anıtsal mimari için uygun değildir. MÖ 1. yy.'dan sonra çok az kullanılmıştır.
Başka bir tüf çeşidi olan Grotta Oscura tüfü, Roma'dan on beş km uzaklıktaki Grotta Oscura'dan çıkarılmaktaydı (resim 1). Bu bölge MÖ 396'da Veii'nin yıkılışına kadar Etrüskler'in elindeydi. Ocakların ne zaman açıldığı bilinmemekle birlikte MÖ 4. yy.'a kadar yaygın biçimde kullanılmadığı kesindir. Gevrek ve gözenekli yapısı yüzünden iyi bir taş değildir. Yine de MÖ 2. yy.'ın sonuna kadar dörtgen taş duvarlarda ve temellerde kullanılmıştır. Köprü inşaatlarında çekirdek olarak kullanılması Romalılar'ın bu taşın suya karşı duyarlı olduğunu tam olarak anlamadıklarını gösterir. Hafif bir malzeme olan Grotta Oscura tüfü, tonoz yapılırken harca katılmaktaydı. Grotta Oscura ocakları MÖ 4. yy.'dan 2. yy.'ın ortalarına kadar yapılar için malzeme sağladı.
Monte Verde tüfü ve onun dördüncü katmanı olan Anio tüfü bu kronolojik farklılık dışında birbirine çok benzer. Yapı malzemesi olarak Monto Verde tüfü Anio'dan az çok daha serttir ama daha kolay kırılabilir. Monte Verde tüfü Tiber nehrinin karşısında çıkarılıyor ve nehir yoluyla taşınıyordu. Bu malzeme MÖ 125 ile 75 arasında çok popülerdi, MÖ 50'den sonra ise çok az kullanılmıştı. Anio tüfünün kullanımı MÖ 1. yy.'da artmıştı; Augustus döneminde kullanılan tüfler Anio ocaklarından sağlanıyordu.
Peperino (saxum Albanum), koyu lava, beyaz kireçtaşı parçaları ve başka maddeler içeren sert, ince taneli koyu gri bir tüf çeşidiydi. Ağırlığa dayanıklı, iyi bir yapı malzemesiydi. Oyulmaya uygun olduğundan yazıtlar, sütun başlıkları, silmeler için istenmekteydi. Üstü stucco kaplanarak kötü görüntüsü gizlenebiliyordu. Başlıca eksikliği ise ocaklardan 24 km uzaklıktaki kente taşınmasının pahalı olması ve elverişli bir su yolu bulunmamasıydı. MÖ 1. yy.'daki tapınak inşaatlarında peperino daha çok traverten ile birlikte kullanıldı. Augustus döneminin ortalarından Nero'nun imparatorluğuna kadar neredeyse terk edildi. Yangına dayanıklı olması başka bir özelliğiydi ve öteki taşlara göre bu üstünlüğü Nero dönemindeki yangından sonra yeniden yaygınlaşmasını sağladı.
Gabin taşı (saxum Gabinum), içindeki kahverengi kül karışımına karşın renginden çok yapısı ile peperinodan ayrılır. Sağlamlık ve ateşe dayanıklılık özellikleri ile peperinoya benzer ama içindeki kaba maddeler stucco ile kaplanmasına ve oyulabilmesine engel olur. Bilinen en erken kullanımı su kemerlerindedir. MÖ 2. yy.'ın sonuna doğru yapılarda kullanılmaya başlanan Gabine taşına, peperinodan daha aşağı kalitede olduğundan sınırlı yer verilmişti. Yine de, herhalde ekonomik nedenlerle Iulius Caesar ve Augustus forumlarında kullanılmıştı.
Süngertaşı (pumix), Roma yapılarında pek büyük rol oynamamıştır. Ama başka amaçlarla çeşitli kullanımları söz konusudur: Örneğin toz haline getirilen süngertaşı mermer kesimi ve cilası için kullanılırdı. Antik yazarlar, bu terimi nymphelerin sözde mağaralarında bulunan sarkıt oluşumları için de kullanmışlardır.
B. TRAVERTEN
Traverten erken dönemde kullanılmış sert taşlar arasındaydı. Tüf olmamakla birlikte yanardağ etkinliğinin dolaylı bir sonucuydu. Roma ile Tivoli arasında büyük traverten yatakları vardı ve Alba yanardağlarının erken dönemdeki püskürmeleriyle ilgili olan sülfürlü kaynak suları tarafından yığılmıştı. Kremrengi ve ince yapılı olması güzel bir görünüm vermekteydi, tüf taşlarının çoğu gibi estetik nedenlerle yüzeyinin gizlenmesine gerek yoktu, ayrıca oyulmaya da uygundu. Yine de Romalılar'ın gözünde bazı kusurları vardı: Dikildiğinde çatlayabilirdi, ateşe maruz kaldığında toz haline geliyordu ve çıkarılması pahalıydı. Bunlara karşın, MÖ 1. yy.'da yapının tamamı için kullanılmaya başlandı ve İmparatorluk döneminde de kullanımı sürdü. Köprülerin kemer taşlarında uygulanmasının ardından öteki kemerler için de bundan yararlanıldı. Kemerlerin, tiyatroların yapımında geniş yer almaya başlamasıyla, traverten aranan bir malzeme oldu. Mezar cephelerinde kullanıldığı gibi kaldırımlar ve basamaklar için de uygun bir malzemeydi. İnşaat sırasında artan traverten parçaları Iulius Caesar, Augustus ve Tiberius dönemindeki betonda kendilerine yer buldular. Traverten parçaları beton tabakaları arasında bir çeşit bağlantı oluşturmak üzere değerlendiriliyordu.
C. MERMER VE GRANİT
Mermer sıcaklık ve basınç altında kristalize olmuş kireçtaşıdır. Romalılar "marmor" sözcüğünü çok geniş anlamda, her tür ince, sert heykeltraşlık ya da mimarlıkta kullanılabilecek yüksek kalite taşları kapsayacak biçimde kullanmışlardır. "Mermer"in granit, porfir, diorit, bazalt ve daha iyi bazı kireçtaşlarını olduğu kadar tüm mermer ve breş çeşitlerini içine aldığı düşünülebilir. Bu mermerlerin büyük çoğunluğu iki ana bölgeden, her ikisi de Akdeniz'den -Ege dünyası ve Mısır- gelmektedir. Batıda da iyi mermerler vardır ama pek azı Akdeniz'deki ocaklarla karşılaştırılacak ölçüde işletilmektedir. Bunlardan biri Luna'nın beyaz mermeridir. Bu taş ocağına sahip olan Etrüskler'in malzemeyi çok az kullanmış olması dikkati çeker Bir diğeri antik Numidia'daki Simitthus'un sarı mermeridir (giallo antico). Kuzey'de, Galia'da Pireneler'de de taş ocakları vardır ama Ege ve Mısır en büyük mermer kaynağı olarak kalmıştır.
Roma'daki ilk mermer tapınak (Q. Caecilius Metellius tarafından yaptırılan Iupiter Stator Tapınağı) MÖ 146'dan sonraya tarihlenmektedir ve Yunan mermerindendir (BOETHIUS 1970: 116). Sulla, MÖ 83'teki yangından sonra Capitolinum Tapınağına Atina'daki Olympieion'un Korinth stili mermer sütunlarını göndermişti. Plinius'a göre evinin duvarlarını mermerle kaplayan ilk Romalı, Caesar'ın praefectus fabrumu olan Mamurra'ydı ve ayrıca evini Luna ve Karystos mermerinden sütunlar süslemekteydi (Plinius, NH 36.7(48)). Mamurra, Caesar'ın bayındırlık etkinliklerinde kullanılması için Luna'daki büyük yatakların açılmasında da herhalde doğrudan aracı olmuştu. Cumhuriyet dönemi, MÖ 177'de "colonia civium romanorum"un kurulmasının üstünden çok zaman geçmeden Apua Alpleri'ndeki Luna mermer endüstrisinin doğuşuna tanık oldu. Üretim kapasitesi yerel taleplerin ötesine ulaşarak çok çabuk büyüdü. Roma'da mermer kullanımının az olması yüzünden MÖ 1. yy.'ın başında ne Luna'da ne de İtalya'nın başka yerinde bir mermer endüstrisi yoktu ve az miktarda kullanılan mermerler Küçük Asya ve Yunanistan'daki taş ocaklarından getirtiliyordu. Yaklaşık yarım yüzyıl sonra, MÖ 48'de Plinius, Luna mermerlerinin Roma'da yaygın olarak kullanıldığını, neredeyse Yunanistan'ın beyaz mermeri ve Küçük Asya'nın gri ve beyaz mermeriyle rekabet ettiğini yazar. Ocaklarındaki iyi malzemenin bolluğu Luna'nın elindeki tek koz değildi. Gerçekte Luna kenti iyi bir ticari limana (portus Lunae) sahipti ve Via Aemilia Scauri kenti Roma'ya ulaşan yollara bağlıyordu.
Geç Cumhuriyet döneminde, Luna mermer endüstrisi Roma'nın yeni yönetici ve tüccar sınıfı arasında yaygın olan lüks tutkusu yüzünden önemli ölçüde ilerledi. Plinius, bu dönemde görülen lüksün İmparatorluk dönemindekini bastırdığını söyler. Antik kaynaklarda, evlerde mermer kullanımının yaygınlaşması Roma ahlakının çöküşünün ilk belirtilerinden biri olarak gösterilmekteydi (DOLCI 1988: 78). MÖ 95'te evine Hymettos memerinden altı sütun yerleştirdiği için L. Crassus'u "bastırılamayan savurganlıkla" suçlayan M Brutus, Roma'da özel evlerde mermer kullanımının ilk örnekleri görüldüğünde de bunları sert biçimde eleştirmişti (Plinius, NH, 36.1(39; 2(6); 3(8); 5(44-5); 9(51)). Augustus'un Roma'yı tuğlalar kenti olarak kurup mermerler kenti olarak bırakmakla övündüğü bilinmektedir. Aslında Augustus döneminde, hem beyaz ve hem de Geç Hellenistik zevki sürdüren renkli mermerler anıtsal yapılarda pek de yaygın değildi ve çoğu kaplama olarak kullanılıyordu. Forum Augustus ve Basilica Aemilia mermerden yapılan Augustus dönemi yapılarıdır. MÖ 28'e tarihlenen Palatin'deki Apollon Tapınağı Luna mermerinden yapılmış, yanındaki portikoda ise Numidia mermerinden sütunlar kullanılmıştı. Castor Tapınağı'nın podiumu tamamen Luna mermeriyle kaplıydı. Forum Romanum'daki Concordia Tapınağı'nın kaplamalarında africano (Teos), giallo antico (Numidia), pavonazzetto (Dokimeion) ve cipollino (Euboea) mermerleri kullanılmıştı. Luna ocaklarının, en yüksek çalışma düzeyine Traian döneminde ulaştığı söylenebilir. Yine de MS erken 2. yy.'dan itibaren Luna'nın yerini Prokonnessos'tan gelen beyaz mermer almaya başladı. Luna mermerinin kullanımı mimari süslemeler ve heykeltraşlıkta sürse de geç 2. yy. ve erken 3. yy.'lardan itibaren doğu mermerleri mimarlıkta ve lahitlerde baskın duruma geldi. Örneğin Panteon'un başlıkları Pentelikon mermerindendi. 4. yy.'da ise Luna mermerine geri dönüş yaşandı.
Mısır Roma mimarları için önemli bir yapı malzemesi kaynağıydı, buradaki ocaklarda çok çeşitli taşlar çıkarılırdı (kaymaktaşı, breş, dolerit, granit, alçıtaşı, kireçtaşı, mermer, kuvarsit, kumtaşı, şist, yılantaşı ve sabuntaşı). Mısır'daki taş ocaklarının Romalılar tarafından tam olarak ne zaman işletildiği tartışma konusudur. Plinius bunların çoğunun Augustus ve Tiberius döneminde çıkarıldığını bildirir. İmparator Claudius Mısır'ın Doğu Çölü'ndeki Mons Claudianus'un hornblende (doğal alüminyum, kalsiyum, demir ve magnezyum silikatından oluşmuş koyu yeşil ya da siyah parlak bir amfibol/silikat grubu türü) granit ocaklarını Yahudi tutsaklarla çalıştırmıştı. Traian Forumu'nda kullanıldığından "Forum'un graniti" olarak anılırdı. Mor porfir ocaklarının büyük ölçüde çalıştırılmaya başlaması için genellikle Plinius'a dayanarak Claudius dönemi verilir. Arkeolojik kanıtlar ise mor porfirin az miktarlarda da olsa Caligula döneminde İtalya'da kullanıldığını gösterir. Septimius Severus döneminde Syene yakınındaki kırmızı granit çıkarılan bir ocak işletilmeye başlamıştı. Aslında bu granit ocakları Eski Mısır'da yüzlerce yıldan beri çalıştırılıyordu. Mons Claudianus'tan çıkan gri granit ise Mısırlılar tarafından çıkarılmamıştı ve Flaviuslar döneminden itibaren Roma'da yaygın olarak kullanılmıştı. Suriye'de, Damascus yakınında Baalbek'teki büyük mermer ocakları Antonius Pius zamanında (138-161) yoğun içimde çalıştırılmıştı.