Prof. Dr. Ahmet E. Uysal
Dünyanın birçok ülkelerinde halk arasında defineciliğe karşı duyulan büyük bir ilgi ve merakla birlikte, bu konuda çeşitli inançlar rivayetler, hikayeler dolaşmakta ve çeşitli define arama ve bulma usulleri uygulanmaktadır.
Çok zengin bir tarihi mirasa sahip bulunan memleketimizde halkımızın bu konuya, dünyanın başka memleketlerinde görüldüğünden daha fazla bir ilgi duymakta olduğu bir gerçektir. Tarihi kalıntıların çokluğu, memleketin her tarafında yapılmakta olan büyük küçük pek çok arkeolojik kazının halk arasında uyandırdığı tecessüs, insandaki ezeli arayıp bulma merakı ve nihayet kolayca zengin olma hevesi halkımızı bu konuya iten başlıca amiller arasındadır.
Halkımız arasında, yeraltında muazzam hazinelerin gömülü olduğu inancı pek yaygın bulunmaktadır. Halk hikayelerinde ve masallarda yeraltı hazinelerine sık sık rastlanmaktadır. Aslında konu ile ilgim, halk hikayeleri derlemeleri yapmak üzere çıktığım seyahatler sırasında başlamıştır. Birçok yerde bir define arayıcısı olduğum sanılmış ve bana bu konuda köylüler tarafından folklor ile sıkı ilişkisi olduğunu sandığım rivayetler ve hikayeler anlatılmış, hatta gömü kazma, define arama teklifleri bile yapılmıştır. Hemen her yerde, bu mevzu açılınca “Ah hocam, filan filan yerde çok zengin bir define var ama, kuvvetli bir alat lazım” gibi iddialarla karşılaşmaktayım. Dikkatimi çeken bir husus halkın bu konuda konuşmaktan büyük zevk aldığı olmuştur. Halkın bu mevzu üzerinde aşırı derecede mübalağalı konuşması, yerde gömülü yatan tonlarca altından ve gümüşten bahsetmesi ve bunların yerini sanki eliyle koymuş gibi tarif etmesi, kendisine adeta anlatım yolu ile tatmin diyebileceğimiz bir zevk vermektedir. Gezilerimde bu konuda malzeme toplayabilmek için, onları tahrik ederek konuşturabilmek amacı ile, onların çok önem ve kıymet verdikleri “define arama aletlerinden” bir adet temin ettim. Basit bir metal detektörü olan bu alet sayesinde yeraltı definelerinden hiç birini meydana çıkartamadıysam da, Türkiye halk defineciliği ile ilgili sözlü malzeme toplayabildim. Bu malzemenin çoğu ses bantlarına kaydedilmiştir. Malzemenin bir kısmı da köylülerin ellerinden, bazan büyük güçlüklerle temin edebildiğim, bazan da ancak fotoğraflarını çekebildiğim define plan, harita ve işaretleridir. Bu malzemenin incelenmesinden halk defineciliğinin Türk Folklorunun en ilgi çekici konularından birisi olduğu kanısına vardım. Nedense konu, şimdiye kadar gerek yurdumuzda gerekse yabancı ülkelerdeki folklorcular arasında pek az kimsenin dikkatini çekmiştir.
Bana ayrılan bu kısa zaman içinde Türk halk defineciliğinin belli başlı folklor unsurlarına temas etmek istiyorum. Bunlar inançlar, rivayetler ve uygulama, yani bugün yurdumuzda kullanılmakta olan arama usulleri olmak üzere birkaç ana bölümde toplanabilir.
Define ile ilgili inanç ve rivayetler:
Gömülerle ilgili inanç ve söylentiler yurdumuzda pek yaygındır ve bunların sistematik bir indeksinin yapılması folklorumuzun bu sahasına ışık tutacaktır. Bulgularımı ileride uzunca bir makale halinde yayınlamayı tasarlamaktayım.
Türkiye’de en önemli ve teferruat bakımından en zengin ve dolayısıyla definecileri en çok meşgul eden define rivayeti onlar arasında 366 diye anılan ve Sultan Mahmut zamanında soyulan Osmanlı hazinesinin gömüldüğü yerler ile ilgili hikaye ve rivayetlerdir. Rivayete göre savaş yolu ile yıkılamayan Osmanlı Devleti’ni içerden çökertmek için Rum, Ermeni, Bulgar ve diğer azınlıklarla, bazı satılmış Türkler tarafından kurulan ve sayıları bazan 885 ve bazan da 883 kişi olarak verilen gizli bir teşkilat, devletin en üst kademelerine nüfuz ederek zaman zaman hazineyi soymuş ve miktarı 374 tonu bulan altınları Türkiyenin 12 bölgesinde 366 yere gömmüş ve her birine özel işaretler koymuştur. Bu işaretlerden bazılarının hakiki, bazılarının ise arayıcıları şaşırtmak için sahte olduğu söylenmektedir. İşaretlerin sahteleri toprak üzerinde bırakılmış ve hakikileri toprak altındaki kayalara veya mermerlere kazılmıştır. Bu gizli teşkilattaki önemli bazı çetebaşıların isimleri şöyledir: Pop Martin, Lefter, Volçan Voyvoda, Manol ve Emin Ağa. Mesela bunlardan yalnız Lefter’in Bilecik bölgesinde 128 yerde gizli parası olduğu söylenmektedir. Manol ise Bursa vilayetinde Uludağ’da ve Marmara Denizi’nin güney kıyısı boyunca uzanan Karadağ’da faaliyet göstermiş. Onun da buralarda işaretleri aranmaktadır. Rivayete göre çete mensuplarından yalnız bir kişi sağ kalmış ve o da define sırlarını ve gömülerin şifrelerini Vatikan papazlarına teslim etmiş. Şimdi Anadolu’nun define sırları Vatikan Kütüphanesi’ndeki bazı eski kitaplarda gizliymiş ve bunları ancak birkaç papaz biliyormuş. Ama onlar arada sırada Türkiye’ye gelip definelerin yerlerinde durup durmadığını kontrol ederlermiş, bir rivayete göre de azar azar çıkartıp yurt dışına kaçırırlarmış, esasen bu konuda Hristiyanlık alemi ile İslam alemi arasında yüzyıllarca sürüp giden bir mücadele halen devam etmekteymiş. Türkiye’de yabancı arkeologlarca yapılan kazıların, topraklarımızda kurulan radar istasyonlarının ve hatta uzay uçuşlarının, Ay’a atılan roketlerin ve oraya inen adamların hep maksadı Küçük Asya’da gömülü olan bu 374 ton altınla ilgili imiş. Bu iddiaların Bursa Defineciler Derneği’nde birkaç sene evvel dernek üyelerinden bazıları ile yaptığım bir sohbet sırasında büyük bir kesinlik, ciddiyet ve kızgınlık ile ifade edildiğini duymuştum. Ömrünü 366 define işaretinin sırlarının çözülmesine, bunların aranıp bulunmasına vakfetmiş yaşlı başlı kimselere rastladım. Varını yoğunu define uğruna harcamış bir ihtiyar, devlet adamlarımızın gaflet içinde olduğunu, hatta bunlardan bazılarının hıristiyanlık aleminin amaçlarına hizmet ettiğini, belki de onlarla ortak olduğunu büyük bir ciddiyet ile ifade etmekteydi. Halbuki definecilere devlet yardım etse ve alet verse idi, dedelerimizin mirası olan bu paralar yeraltından çıkartılıp devlet hazinesine kazandırılır ve böylece de ekonomik sıkıntılar giderilebilirdi.
Köylülerin ellerinde çeşitli define haritalarının dolaşmakta olduğunu ve bunları büyük bir titizlik ve gizlilik içinde sakladıklarını daha konu ile ilgilenmeye başladığım ilk günlerde müşahade etmiştim. Bunların onlar arasında yüksek fiyata alınıp satıldığını da duymuştum. Zamanla bunlardan birkaç tanesi de benim elime geçti. Bazılarının da fotoğraflarını çekmek imkanını buldum. Bunların hemen hepsinin bazı açıkgözler ve dolandırıcılar tarafından yapılıp, halkın safiyetinden ve bu konuya karşı duyduğu aşırı meraktan faydalanarak onu aldatmak için kullanılmakta olduğu muhakkaktı. Bunlardan dikkati çeken ilgi çekici bir husus, bazı define motiflerinin ve işaretlerinin birçoklarında tekrarlanması idi. Bu, halk arasında onlarla ilgili bazı inanç ve bilgilerin müşterek olarak paylaşıldığının bir delilidir. Mesela 366’ya dahil olduğu rivayet edilen işaretlerden bazıları şunlardır: Topal ayı, yedi civcivli tavuk, dokuz civcivli tavuk, balık, çolak papaz, demir kapı, çeşitli oklar ve putlar. Bunlar Türkiye’nin birbirinden çok uzak yerlerinde aranmaktadır. Yine büyük bir hazinenin saklı olduğu rivayet edilen Emin Ağa Değirmeni bütün kuzey Anadolu dağlarında aranmaktadır. Köy kahvelerinde bu değirmenin gayet teferruatlı planlarını tebeşirle yere çizen köylülere rastladım. Bazan çizim işi yarım saat kadar sürmekteydi. Sözde bugün toprak altında kalmış bulunan bu değirmende 40 katır yükü altın bulunmaktaymış. Dikkati çeken bir husus bu planların birçoğunun birbirine benzemesi idi.
Birgün bütün ömrünü Marmara’nın kıyısında Karadağ silsilesinde 366 define işaretini bulmağa hasretmiş bir köylü ile tanışmıştım. Elinde, fotokopisini çekmeme izin vermediği, fakat okumamda bir mahzur görmediği teferruatlı planlar ve açıklamalar ihtiva eden 15-20 daktilo sayfası tutan çok kıymetli saydığı bir belge vardı. Bunu baştan aşağı huzurunda okudum ve okurken gerekli notlar aldım. Buna itiraz etmiyor, fakat fotoğrafının çekilmesine asla müsaade etmiyordu. Bu belgede Karadağ’daki 366 define işareti ayrı ayrı verilmiş, her birinin diğerine olan mesafesi tespit edilmişti. Belge sahibi bütün bu işaretlerin teker teker yerlerini arayıp bulduğunu, sahteleri ile hakikilerini birbirinden ayırmaya muvaffak olduğunu, bu iş için yıllar sarfettiğini anlatmaktaydı. Nihayet hazinenin yerini bulmuştu. Çünkü bütün işaretler orasını gösteriyordu. Bu inançla Eski Eserler Genel Müdürlüğü’ne ruhsatlı kazı yapmak üzere müracaat etmişti. Fakat, Genel Müdürlükçe yaptırılan incelemede kazı yapılacak yerin bir höyük olduğu ve üzerinde de Roma devrine ait arkeolojik kalıntılar tespit edildiğinden kazıya izin verilemeyeceği kendisine bildirilmişti.
Diğer bir köylü Mermer Bacalar diye bilinen ve Bizans İmparatorluğunun darphanesi olduğuna inanılan bir hazineden bahsediyor ve beni bir hazine arayıcısı sandığından hemen oraya gidip kazıya başlamamızı istiyordu. Bugün 50 metre toprak altında bulunduğunu iddia ettiği bu hazinenin gayet teferruatlı tarifini yapmaktaydı. Bana söylediklerinin doğruluğu hakkında nasıl teminat verebileceğini kendisinden sorduğumda aldığım cevap şu olmuştu: “Beyim sen ne diyorsun rüyamda gördüm, rüyamda”. Bunu rüyasında o kadar çok görmüştü ki, artık onun gerçek olduğuna kesin kanaat hasıl etmişti. Köylüler arasında rüya ile gerçeği ayıramamanın daha birçok örnekleri olduğunu sanıyorum.
Bursa vilayetinin Karacabey ilçesinin Doğla köyünde (ki kendi köyümdür) eskiden beri “Altın Tarla” denilen köy civarındaki bir tarladan bahsedildiğini duyardım. Son zamanlarda köy kahvesinde bu konuda açılan bir sohbet sırasında orada da büyük bir hazine gizli olduğunu yani cinlerin elinde bulunduğunu söylediler. Rivayete göre Altın Tarla’nın dibinde bir yerde sahipli bir para varmış. Yedi kulplu bir kazan içinde saklanan altınlar (ki bunlar Takyanoz altınları imiş) cinler tarafından, küflenmesinler diye, yılda bir kere savrulurmuş. Buna köylüler “Altın Savruntusu” diyorlar. Gece olduğu söylenen bu olayı, bana gayet teferruatlı olarak anlattılar. Altınlar pırıl pırıl savrularak birkaç yüz metre kadar yukarı çıkıyor, aşağı iniyormuş. Şapka çıkarılıp Altın Savruntusu’na atılınca ve geriye bakmadan kırk adım koşulunca, eğer tesadüfen altınlardan biri şapkanın altına girerse, cinler bütün altınları tarla üzerinde bırakıp kaçarlarmış..... Olayı anlatanlar doğruluğunu yeminle tasdik ediyorlardı. Samimiyetlerinden eminim. Bence olayın iki yönden ilmi izahı yapılabilir: 1- Bu ya bir fosforesans olayıdır, 2- Ya da bir halusinasyon olayıdır.
Kırlarda, tenha yerlerde, özellikle ay ışığında, veya akşam karanlığında dolaşan köylülerin bazı halusinasyonlar görmeleri olağandır. Hipnotik bir özellik taşıyan, telkin ve otosuggestion ve rüya ile bağlantıları olan bazı halusinasyonlar, köylülerce gerçekten ayırdedilelemiyecek kadar net cereyan eder. Çobanların kırlarda gezerken yerde bir delik gördükleri ve oradan içeri indiklerinde yeraltında muazzam bir hazine ile karşılaştıklarına dair birçok hikayeler dinledim ve kaydettim. Ertesi gün evden bir çuval alarak altınları taşımak için gittiklerinde mağaranın ağzını bir türlü bulamazlar. Bazı hikayelerde çobanları bu gibi hazinelere ya bir köpek ya da bir keçi götürür. Bu başka milletlerin define rivayet ve hikayelerinde de rastlanılan yaygın bir motiftir. Bunların da bir takım halusinasyonlar sonucu yayıldığı kanaatındayım.
Balkan memleketleri ile Türkiye arasında son yüzyılda meydana gelen büyük nüfus hareketleri de birçok define rivayetlerinin yayılmasına sebep olmuştur. Anadoluda hemen her köyde ve kasabada, Rumlar ve Ermeniler tarafından büyük paralar gömüldüğüne dair rivayetler dolaşmaktadır. Hatta bu rivayetler sözde bir takım plan ve haritalarla da desteklenmektedir. Türkiye’ye turist olarak gelen ve çoğu zaman eski oturdukları köyü veya evi görmek arzusunda bulunan Yunanlıların hemen daima dedelerinin gömdüğü altınları almaya gelen defineciler olduğuna inanılmakta ve bunların hareketleri merakla izlenmektedir. Gittikten sonrada haklarında çeşit çeşit mübalağalı hikayeler uydurulmaktadır.
Türkiye’de definecilikle ilgili pek yaygın diğer bir inanç da köy ve kasabada zengin olanların muhakkak bir define bularak zengin oldukları inancıdır.
Bazı köylülerin define konusunda ne kadar saf olduğunu, bizzat şahit olduğum şu olay gayet güzel açıklayacaktır sanırım:
Bir gün fakültede odamda beni Yozgat vilayetinden dört köylü ziyaret etti. Köylerinin yakınında bir mağara varmış. Bu mağaranın içinde bir balık resmi varmış. Bunun bu mağara içinde bulunan büyük bir hazinenin işareti olduğuna inanıyorlarmış. Bana bu hususta danışmaya gelmişler. Kendilerine balık işaretinin Türkiye’nin her tarafında bulunduğunu, bunun eski bir bereket sembolü olduğunu anlattım. Tatmin olmadıkları yüzlerinden belli idi. Biraz sonra bu köylülerden birisi, cebinden itina ile dürülmüş naylonlara sarılmış büyücek renkli bir levha çıkardı ve “Ya buna ne buyrulur, hocam?” diyerek benim önüme serdi. Adeta cehaletimi yüzüme vururcasına yüzüme bakıyordu. Levhada çince yazılar olduğu dikkatimi çekti. Çok geçmeden bunun Çin’de basılmış insanın hazım cihazının nasıl çalıştığını grafik bir tarzda anlatmak amacıyla hazırlanmış bir levha olduğunu anladım. Köylülere fikrimi söyledim. İnanmadılar. Bunun, köylerinin yakınındaki mağaranın içinde gizli bulunan hazinenin planı olduğunu iddia ediyorlardı. İddialarının mesnedi de, resimdeki adamın önünde, bir tepsi içinde bir balık olması idi. Adam tesadüfen balık yiyordu ve resim bunun insan vücudunda nasıl hazmolduğunu gösteriyordu. Kendilerine bu resimle o defineyi asla bulamıyacaklarını fakat onu bir iki saat bana bırakırlarsa, kitabıma koymak için resmini çekmek istediğimi söyleyince büsbütün itimatları sarsıldı ve çok kıymetli saydıkları hazine haritasını güzelce dürüp odamdan çıkıp gittiler.
Yurdumuzda kullanılmakta olan bazı define arama usulleri
Yurdumuzda define arama usulleri büyük bir çeşitlilik göstermektedir. Bunlar şu şekilde özetlenebilir:
1- Basit, eski mezar kazanlar.
2- Eski harabeleri, höyükleri v.s. kazanlar.
3- Sihirli hazinelere inanıp onların tılsımlarını bulmaya çalışanlar.
4- Rüyalarında gördükleri hazineleri arayanlar.
5- Kayalarda v.s. define işaretlerinin anlamlarını çözerek define arayanlar.
6- Eski Grek ve Roma kalıntılarındaki kitabelerin şifreli define sırları olduğu inancı ile onları ebced hesabı veya harflerin taşıdığı gizli manaları çözmek için numeroloji dahil birçok mistik yollarla çözmeye çalışanlar.
7- Bakır çubuklar, çatal şeklinde çeşitli ağaç dallarından yapılmış aletler ile yerdeki hazineleri keşfetmeye çalışanlar.
8- Modern elektronik cihazlarla yerleri tarayanlar (Buna daha ziyade şehir definecileri arasında rastlanmaktadır).
9- Cinleri toplayarak onlardan hazine sırlarını öğrenmeye çalışanlar.
Bu konuda yurdumuzda yaptığım araştırmalarda elde ettiğim sonuçlar, halkımızı bu konuya bu kadar büyük bir merakla sevkeden amillerden başlıcasının, memleketimizin eski harabelerle dolu olması ve buralarda daima gömülü para bulunabileceği inancı teşkil ettiğidir.
Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü ilgilileri, son 20-30 yıl içinde 100.000’den fazla define arama müsaadesi verilmiş olduğunu fakat yapılan kazılardan hemen hiç bir şey elde edilemediğini beyan etmektedirler. Fakat halk arasında define inançları o kadar köklü olarak yerleşmiştir ki, onlar yerleri, cezaların son zamanlarda artırılmasına rağmen, ruhsatlı veya ruhsatsız kazmaya devam edeceklerdir.
Meseleyi psikolojik yönden inceleyenler, define ve hazine arama faaliyetinin insanın kendinin fevkinde, fakat daima ona erişmeyi ideal edindiği bir kıymeti arama faaliyetinin sembolik bir ifadesi olduğunu ileri sürmektedirler. Meselenin muhakkak ki mistik bir yönü vardır. Tanıdığım bazı defineciler, en büyük hazinenin insanın kendi içinde olduğunu, bunun da Allah’ın birliğini ve büyüklüğünü kavramaktan başka bir şey olmadığı kanısındadırlar.