16 Haziran 2011 Perşembe

define avcısı

place here to learn-treasure place here to learn-treasure-defıne defıne defıne defıne sıgnal sıgns-solutıons-map-defıne path defıne-detector-cın-magıc-defıne search bars made-metals-charm-bury-bandit-defıne of documents-mound-tumulus-bandits- mystery of money-jewellery-defıne-archaeology-hıstory museums-ıslamıc-defıne natural stone-sculpture-news-mythology-antıque-archaeology-ancıent cıtıes-regıons-ancıent trade routes-horasan-ebced-sıgnal solutıons-defıne search-roman-byzantıne maps-green coıns only defıne to learn


Güvenç Ayar-Mehmet Baransu
Sayı: 188 / Tarih : 11-07-1998
Etrafında kimsenin olup olmadığını görebilmek için gözleriyle çevreyi iyice taradı. Yaptığı zorlu tırmanıştan sonra iyice yorulmuştu.


Kesik kesik soluyor ve her tarafından ter damlıyordu. Elinde, uzun zamandır biriktirdiği ziynet eşyaları, altın paralar, kolyeler ve yine bu türden şeylerle doldurduğu kocaman bir küp vardı. Aslında biriktirdiği demek de doğru değildi. O bir eşkıya idi ve elindekiler de çalıp çırptıklarıydı. Zorlukla karar verdiği yeri kazmaya başladı. Bazen kazma işine ara veriyor, etrafı kolaçan ediyor, sonra tekrar kazmaya devam ediyordu. Küpü gömüp üzerini iyice örttü ve daha sonra geldiğinde zorluk çekmemek için gömünün sağına soluna, yalnızca kendi anlayabileceği işaretler koymaya başladı. İşaret koyma faslı da bittikten sonra rahat bir soluk aldı. Kimse onu görmemişti. Yere çöktü. Artık bir sigarayı haketmişti. Sigarasını yaktı, keyifle tüttürmeye başladı. Bir yandan da unutmamak için definenin yerini ve işaretleri gösteren bir harita çizmeye başladı. Fakat o da ne! Bir ses duymuştu galiba. Doğruldu ve gelenleri gördü. Evet gelenler jandarmaydı. Hemen silahına sarıldı ve...

Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra dedesinin anlattığı köye varmıştı. İçinde boşuna gelmiş olduğuna dair bir his vardı. Bu tür şeyler devamlı konuşulurdu. Sahte harita ise piyasada sürüsüne bereketti. Hem bugüne kadar kimsenin define bulduğuna rastlamamıştı. Dedesine bakılırsa orada muhakkak define vardı. Ünlü eşkıyayı diğer jandarmalarla birlikte çatışmada öldürdüklerini yeminle anlatıyordu. Dedesi, çatışmadan sonra kimseye farkettirmeden haritayı cebe indirmişti. Fakat haritadan ve işaretlerden hiç bir şey anlamamıştı. İşte o harita şimdi elindeydi. Elinde olan bir şey daha vardı: Gelişmiş bir teknoloji. Biraz harita, biraz alet edevat yardımıyla bulduğu yeri umutla umutsuzluk arası bir ruh haliyle kazmaya başladı. Kazdı kazdı, sonunda kazması 'küt' diye bir şeye çarptı...

"Uranyum buldum dersem..."

Bir avcı hikayeleri bitmez, bir de defineci hikayeleri. Yalnız bilinenin aksine definecilerin hikayeleri, avcıların hikayelerini tabiri caizse "sollar". Örneğin; siz, hiç, bir avcının hikayesinde, askeri önemi haiz bir olaya rastladınız mı? Rastlayamazsınız da! Alt tarafı tek kurşunla bir bizon sürüsünü öldürmüştür. Fakat aşağıdaki kısa olayı anlatan bir defineci gayet ciddiydi: " Bir gün bir define ihbarı aldım. Hemen soluğu o mahalde almıştım. Detektörün işaretlediği yerdeki kazılarım neticesinde bulduğum şey ise çok ilginçti. Yumurta büyüklüğünde bir taşın içerisinde hemen dağılıp giden garip atomumsu bir madde vardı. Zannedersem bu uranyum gibi bir şeydi." Tahmin edildiği gibi defineciler, bu ve bunun gibi bir çok askeri ve politik önem taşıyan hikayeye sahipler. Fakat, hakettikleri unvanlarını da almak istemiyorlar. Adı üstünde define. Ne kadar az kişi duyarsa o kadar iyi. Kim definesini başka insanlarla paylaşmak ister ki?

"Biz, avcıyızdır be"

Definecilik, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de her zaman taraftar toplayan uğraşlardan birisi olagelmiştir. Kimisi kazanç kapısı olarak bakmış, kimisi hobi olarak. Amaç her ne olursa olsun, itici güç 'umut'. Fakat bu 'umut', milli piyango çeken veya at yarışı oynayan birisinin beslediği umuttan çok daha farklı. Bazen defineci, elindeki malzemeleri yorumlayabilmek için( harita, işaretler v.s) neredeyse bir matematikçi kadar zekasını işletmek zorunda kalır. Bir defineci (araştırmamız sırasında hemen hiçbir define avcısı isim vermek istemedi) bunu şu şekilde açıklıyor: "Örneğin definecilikte bir işaret olan, el işaretini ele alalım. Her defineci bunu farklı bir şekilde yorumlayabilir. Mesela elin beş parmağı 5 farklı yönü gösteriyor olabilir. Bir başkası ise defineyi baş parmakla işaret parmağı arasından çaprazlama çekilecek bir çizgi doğrultusunda arayabilir. Bunlar sadece iki örnek. Çoğaltılabilir."

Görüldüğü üzere hiç de kolay değil definecilik. Yaygın olarak 460 işaretin kullanıldığı da gözönüne alınırsa neredeyse üniversitede kürsüsü açılacak kadar zor bir zenaat. Üstelik hiç bir garantisi yok. Bir başka defineci ise "Hayatını define aramakla geçirmiş birisi metelik bile bulamamış olabilir. Bizim yaptığımız bir nevi avcılık. Bir gün tavşan avlarız, bir gün ördek, bazen de koskaca bir hiç. Kısacası ne zaman ne avlayacağımız belli olmaz" diyor. Konuştuğumuz tüm defineciler avcıdan bir farkları olmadığını söylüyor. Bulgar göçmeni bir defineci bunu şu

sözlerle formüle ediyor: "Biz avcıyızdır be. Naapcimiz hiç belli olmiveriyo. Arıveriyoz, buluveriyoz ..."

Defineci nasıl olunur?

Defineci olunur mu, doğulur mu? Yıllarını bu işe vermiş insanlara bakılırsa defineci olunmaz, doğulur. Çünkü Allah, onları diğer insanlardan daha farklı yaratmıştır. Bilinen bir şey var ki, o da, Türk insanının bir çoğunun defineci olduğu, ya da kendini defineci zannettiği. Çünkü elinde harita olmayan, işaret görmeyen ya da elinde sağlam bir hikayesi olmayan(Bu arada şunu söylemek gerekir ki ülkemizde hemen hemen her mahallede bu tür hikayeler anlatılır aman dikkat!) defineci adayı sadece aday olarak kalmaya mahkumdur ve bu ara başlığı okumadan es geçebilir. Nedeni ise, bunlar olmadan define aramaya kalkmanın çölde iğne aramaktan farksız olması. Defineciliğin şah damarıdır harita. Haritanın nasıl bulunacağı konusunda ise belli bir kaynak söylenemez. Piyasada dönen haritaların bir çoğu sahte. Bunun yanısıra elde ettiğiniz haritanın gösterdiği yerde kazı yapıp yapamayacağınız, kazı yaptığınızda başınıza neler geleceği ve orada ne bulacağınız da haritada belirtilmiyor.

İthal haritalar

Tüm bunlara rağmen en iyi haritalar yurtdışından geliyor. Akıllara takılacak olan 'Türkiye'deki definenin haritası, niçin yurtdışından gelsin?' sorusunun cevabı ise çok basit; uzun süren savaşlardan sonra meydana gelen sınır değişiklikleri neticesinde, elinde haritası olup haritasını arayacak toprağı olmayan kişiler zuhur ediyor ve bunlar bazen akrabaları vasıtasıyla, bazen de satış yoluyla haritayı ülkemize sokuyorlar. Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Arnavutluk gibi Balkan ülkeleri başta olmak üzere Ermenistan, Rusya ve Suriye gibi komşu ülkelerden geliyor haritalar. İngiliz ve Fransızlar tarafından da getiriliyor. Ülkemizi ziyaret etmek için gelen turistlerin de harita getirdikleri söyleniyor.

Eşkıyalar; "Tekrar döneriz, o halde..."

Defineciler, "Eşkıya Örgütü'nün, 1. Dünya Savaşı sırasında Avrupalılar tarafından ülkemizi, ticari ve siyasi zaafa uğratmak için kurulduğunu söylüyorlar. Definecilerin adına 'Eşkıya' dediği bu örgüt, geçimini köylünün yıllardır biriktirmiş olduğu ziynet eşyalarını çalarak sağlardı! "Eşkıyalar", çaldıkları değerli eşyaların bir bölümünü, yatıracak banka olmadığı için toprağa gömüyorlardı. Ülkemizi terk etmek zorunda kaldıklarında da, tekrar döneceklerini hesaba katıp toprağa yatırdıkları ziynet eşyalarının çevresine, kendilerinin anladıkları birtakım işaretler çizmişlerdi. Yurdışına kaçarken, beraberinde götürdükleri kağıt parçalarına, definecilerce 'harita' deniyordu. Milyonlarca insan, eline geçen kağıt parçalarının "define haritası" olduğundan emindi. Ülkemizde, Avrupa destekli bu Eşkıya Örgütü'nün yanısıra, tamamen milli olan 'Eşkıyalar' da var. Tabii onların da köylüden çalıp, gömdüğü değerli ziynet eşyaları ve haritalar da. Bunun yanı sıra Bulgarların, Ermenilerin, Rumların, Suriyelilerin, Misak—ı Milli sınırları çizilirken "yakın zamanda topraklarımıza tekrar döneriz" düşüncesiyle toprağa gömdükleri değerli eşyaların yerlerini gösteren haritalar da ülkemizde mevcut. Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde yaygın olan kanıya da bakılırsa Ermeniler ve Ruslar topraklarımızı terk ederken, ağırlık yapıp zaman kaybettireceğini düşündüklerinden, değerli eşyalarını 'daha sonra alırız' düşüncesiyle toprağa gömmüş ve bunların yerini gösteren haritaları çizmişlerdi. Defineciler, bundan dolayı eski Rum, Bulgar ve Ermeni evlerinde ve yakın civarında define olduğuna inanırlar.

Yardım amaçlı haritalar

Bundan yaklaşık iki yıl önce, Bulgaristan'dan, ülkemize gelen ve aynı zamanda da Kıbrıs ve Bulgar vatandaşı olan Erol Atabalkan, kendisine zaman zaman yurtdışından bu tür haritalar geldiğini söylüyor. Atabalkan'a, yurtdışından harita gelmesinin altında yatan sır, yakın zamanda Bulgaristan'dan gelmesinin yanısıra, arkeolog olmasından dolayı bu konuda bilgili olması. Atabalkan, haritaların bir çoğunu yardım amaçlı gönderdiklerini söylüyor. "Bulgar göçmenleri Bulgaristan'a göç ederken eşkıyaların ve kendilerinin gömdükleri definelerin yerlerini gösteren haritaları da beraberinde götürdüler" diyen, Atabalkan, bu insanların bir çoğunun ihtiyarladığını, bir daha Türkiye'ye gelemeyeceklerini anladıklarında, ellerindeki haritaları çocuklarına, yakınlarına verdiklerini söylüyor. Yardım amacından kasıt ise, akla gelebilecek her tür konu. Genelde istenen yardım, köylerin şimdiki isimleri ile ilgili: "Çizilen haritalardaki köy isimleri Bulgarca. Bulgaristan'daki arkadaşlar, değişen köy isimleri hakkında yardım istiyorlar.'

Atabalkan, bir çok Bulgar Türkü'nün elinde haritalar olduğunu da sözlerine ekliyor. Bulgaristan'dan gelen 'harita trafiği' ise, 1986 yılından sonra ülkemize gelmeye başlayan göçmenlerimiz vasıtasıyla sağlanıyor. Bir çok Bulgar göçmeninde, bu tip haritaların yanında, askeri ve siyasi öneme sahip şehir ve köylerin yerlerini gösteren haritalar bulmak da mümkün. Bulgar göçmenlerin, define kaynaklarından biri de, Bulgaristan'da yayınlanması yasak olmayan definecilikle ilgili bir çok kitap. Atabalkan'ın elinde de, 8 adet bu tür kitap mevcut. Yanlız bu kitaplarda harita yok ama harita kadar değerli olan bilgiler var.

"Sn. Pier Kilisesi altınla dolu"

Ahmet Öztaş... O da bir defineci. Elinde ilginç haritalar olduğunu söylüyor. Yakın zamanda zengin olacağına o kadar inanmış ki, 'Sizi bir dahaki sefere krallar gibi karşılayacağım' diyor. Gerçi, yakın arkadaşlarının ifadesiyle Türkiye'de kazmadık toprak bırakmamış ama, o, bir gün define çıkaracağından adı gibi emin. Antakya'nın Samandağı ilçesinde ikamet ediyor. 5 çocuk babası. Define aramaktan çocuklarını okutamamış. Hava gibi, su gibi, sigara gibi bağımlı defineye. Haritaları Suriye'den temin ettiğini söylüyor. Sn. Pier Kilisesi ile ilgili ele geçirdiği haritaya bakılırsa, kilisedeki tünelin altı kilolarca altınla dolu. Altını bulunca, çektiği tüm sıkıntıların biteceğini düşünüyor.

"İşaret var mı, işaret?"

Defineci olmanın, define bulmanın yollarından biri de, yukarıda da bahsettiğimiz "Eşkıya Örgütünün" taş—toprak üzerine çizdikleri ilginç işaretlere, definecilerin verdikleri anlamlardan çıkardıkları hikayeler. Topçular Eski Eserleri Koruma Derneği'ne bilgi almak için gittiğimizde, bir definecinin bizi, 'define yolcusu' zannedip 'İşaret var mı, işaret! İşaret yoksa hiç boşuna uğraşmayın' diyerek karşılaması define bulmada işaretin önemini açık bir şekilde gözler önüne seriyor. Defineci, işaretleri yorumlayabilmek için bazen bir matematikçi kadar zekasını kullanmak zorunda kalıyor. Toplarken çıkaran, bölerken çarpan bir anlayışla, işaretler anlamlandırılıyor. Defineciler arasında 460 işaretin varlığından sözediliyor. Tavuk etrafında civcivler, iki tabancanın karşı karşıya olması, ayak izi, el izi, üçgen, ok, yay, artı, çarpı, anahtar, kabartma en fazla kullanılan işaretlerin başında geliyor. Hemen hemen bütün haritalarda, bu işaretlere rastlamak mümkün. Definecilerce, IX işaretinin dokuz adımı, X işaretinin on adımı, IL işaretinin dört adımı, L işaretinin beş adımı, LX işaretinin elli adımı karşıladığı söyleniyor. Her defineci, işaretleri farklı şekilde yorumluyor. Definecilerin aralarında hemfikir oldukları tek konu belki de adım konusu. Deneme yanılma yoluyla yorumlanan işaretleri, en iyi yorumlayanlar hiç kuşku yok ki en fazla toprak kazanlar. Tavuk ve civcivleri, merkezde büyük define, çevresinde define parçaları olarak yorumlayanlar olduğu gibi civcivlerin yanıltmak için konulduğu şeklinde yorumlar da yapılıyor. Üçgen, muska olarak algılanabildiği gibi üçgen olarak da algılanıyor. İki silah savaşı gösteriyor; bazılarına göre savaşta elde edilen hazineyi. Ok, hedefin tam karşısında bir yerde olunduğunun göstergesi.

Hikayeye inanma, hikayesiz kalma

İşaretlerin yorumları uzayıp gidiyor. İşaretlerin yanısıra define bulma yollarından biri de babadan oğula, dededen toruna, eşten dosta anlatılagelen hikayeler. Harita ve işaretler kadar hikayeler de umut yolunda önemli köşe taşı. Defineciler arasında yaşanmış ilginç hikayeler var. Yaşanmış hikayeler anlatılınca, hikayelerin bu ilginçliği karşısında zaman su gibi akıp gidiyor. Topçular Eski Eserleri Koruma Derneği'nde, bir grup defineciyle görüşürken, anlattığı hikayelerin ilginçliğinden olsa gerek adını bile sormayı unuttuğumuz yaşlı amcanın söylediklerine bakılırsa topraklarımızın % 95'inin altında define var. Yıllarını define avcılığına veren bu 'Yaşlı Kurt', Yedikule burçlarının tamamen altınla dolu olduğunu söylüyor. Kendisine kazı izni verildiği takdirde, ülkeyi ekonomik darboğazdan kurtaracağına inanıyor. Trakya'daki eski Rum ve Bulgar evlerinin altında hazine olduğundan da adı gibi emin. Doğudaki Rus ve Ermeni evleri de hazinelerle dolu. 'Yaşlı Kurt'un babasından dinlediği bir hikayeye bakılırsa, Istranca Deresi civarında bulunan Karamandere köyündeki köprünün altı tamamen altınla dolu.

Hikayeler ile define bulmanın en önemli özelliğinden biri; define bulunduğu söylenen bölgedeki en yaşlı insanı bulup, anlatılan hikayenin doğruluğu hakkında fikir sahibi olmak. 'Yaşlı Kurt' da bu yöntemden yola çıkarak, Karamandere köyünün en yaşlısını bulup, babasından dinlediği hikayenin gerçekliği ile ilgili bilgi almak istemiş. Detektörü ile köy kahvehanesine girdiğinde kahvehanede bulunanlar birer birer kahvehaneyi terk etmeye başlamış. Kahveciye, köylünün neden böyle davrandığını sorunca, kahveci, kendisi gibi yüzlerce insanın bu hikayaye inanıp köye geldiğini, köylünün de bu insanlardan bıktığı için böyle davrandığını söyleyince, 'yaşlı kurt' bir hayalin de başlamadan bittiğini anlamış.

Bu aşkın sonu bilinmez/Arkasından gidilmez

Defineciler, amaç umut olunca anlatılan, duyulan her hikayenin sonunun mutlu biteceğine inanır. Her hikaye, yeni bir umut, yeni bir moral demektir. Hikayeler, düşler ülkesinin an be an gerçekleşmesi olduğu gibi bazen de kazanılan her kuruşun, kazılan topraklara gömülmesidir. Toprağa gömülen hayal kırıklıklarının, umutların bir an için unutulup, mücevherlerin, altınların, heykellerin... dünyasına yolculuk yapmaktır. Bu işe yıllarını verenlere bakılırsa, 'Bu aşkın sonu bilinmez/ Arkasından da gidilmez.' Yıllarını bu uğurda harcayan ve 25 yıldır bir tek "çöp" bile bulamadım diyen Tokatlı Mahmut'un söylediklerine bakılırsa; hikayelerin, işaretlerin, eşkıyaların hepsinin gerçekle bir ilgisi yok. Ona göre, define bulmanın tek yolu var; tesadüf, bir başka ifadeyle şans. Tokatlı Mahmut gibi yıllarını, umutlarını, hayallerini bu uğurda harcayıp, bir metelik bile bulamayanların sayısı oldukça fazla olmasına rağmen, hikayeler, işaretler, eşkıyalar gene de anlatıldıkça bitmez. Kelimeler, sözler, dizeler, definecilerin ağızlarında bir başka anlam kazanır. Defineciler, anlatılan her hikayenin doğru olduğuna inanırlar. Sebebi ise anlatılan hikayelerden bir kaçının (oran olarak çok düşük) gerçek olması. Onlara göre Sabancı servetini defineciliğe borçludur. Koç'u ise hiç tartışmaya gerek yok. Koç'un, Atlas dergisi aracılığı ile, tarihi yerleri çekiyoruz düşüncesiyle hareket edip, define aradığını söylerler. Bunun için de Atlas dergisinin hiç bir sayısını kaçırmazlar. Ne de olsa define olduğuna inandıkları yerlerin fotoğrafları yayımlanmaktadır; Atlas'ın sık sık gittiği Antarktika, Amazonlar veya çöller bu iş için en uygun yerler olsa gerek! Ajda Pekkan, Fransa'ya altın bulma makinası getirmek için gitmiştir. Türkiye'de, zengin olmanın tek yolu defineciliktir. Ziraat Bankası kurucusu Mithat Paşa, eski bir Bulgardır ve bir Bulgar general ona, büyük bir hazinenin haritasını vermiştir. Mehmet Ali Ağca'nın Bulgaristan'a gitmesinin sebebi, bu haritayı ele geçirmektir. Çatlı, Ağca ile bu yüzden görüşmüştür...!

Her tür hava ve yol koşulunda çalışır

Harita ve işaretleri bulup, hikayeler dinledikten sonra defineyi bulduğunu zannetmek başlıbaşına bir yanılgıdır ve bu yanılgıya herkes düşebilir. Çünkü, define bulmada asıl iş, harita ve işaretleri bulup, hikayeyi dinledikten sonra başlıyor. Bu aşamada kazma kürek kullanıldığı gibi, defineciler arasında daha güvenilir olan teknolojiden de yararlanılıyor. Amatöründen profesyoneline kadar, her definecinin kullandığı bu teknoloji aygıtının adı ise detektör. Detektörlerin, İstanbul'da 12, İzmir'de 4, Konya'da 2, Adana'da 1 ve Ankara'da 6 adet olmak üzere, Türkiye'de toplam 25 yerde satışı yapılıyor. Detektörlerin, hemen hemen hepsinin genel özelliği; bilgisayar dizaynlı, metal ayrımlı, sesli ve sessiz çalışan, kulaklıkla gizli dinlenebilen, ışık panelli, dokunmatik kontrollü, süper derinlikli, derinlik göstergeli, hassas toprak ayarlı, kolay kullanımlı, bol yedek parçalı olması. Piyasadaki en pahalı detektör, orijinal Amerikan ayrımlı, derin, dijital ayrımlı detektör. Setiyle beraber satılan bu detektörün fiyatı, yaklaşık 650 milyon TL. Piyasada, Amerikan malı detektörlerin yanısıra, kendi üretimimiz olan, tamamen yerli detektörler de mevcut. Super P Profi A—9000 bu detektörlerden biri. Fiyatı 55 milyon TL. Başlık takımı ile süper derin taramalı, para ve mücevher arayabiliyor. Ek başlıklarla fiyatı 150 milyonu buluyor. Islak zeminde ve sahilde de derin arama yapabiliyor. A—8000 serisi ise profesyoneller için imal edilen bir diğer detektör çeşidi. Para ve mücevher arayan, ıslak zeminde ve sahilde arama yapabilen bu detektör de diğer detektörlerle aynı özelliklere sahip. Fiyatı ise 36 milyon TL.

"Az masrafla çok iş"

Detektör piyasasında 'Süper Profesyoneller' ve 'Profesyoneller' için üretilen detektörlerin yanısıra daha ucuz olan ve bu işe yeni başlayan 'Amatörler için' üretilen detektörlere de rastlamak mümkün. Üreticilerin söylediklerine bakılırsa, bu detektör, 'az masrafla çok iş başarıyor.' Tabii, bu detektör de 650 milyonluk Amerikan detektörü ile aynı özelliklere sahip. Tek farkı ise, fiyatının, 650 milyon değil, 17 milyon 500 bin olması. Diğer detektörlerle hemen hemen aynı özelliklere sahip olan bu detektörlerin fiyatının ucuz olmasının sebebi, setteki bir kaç başlığın eksik olması.

El, cep, uzun menzilli... Sırada ne var?

Detektör piyasası, define avcılarının çok rahat hareket edebilmeleri için ellerinden gelen tüm yardımı yapıyorlar! Bu amaçla, her yere rahatlıkla götürülebilen, tam otomatik, hiçbir ayar gerektirmeyen ve altın, gümüş vb. metallerin yerini tesbit eden, 'el detektörleri' de bu piyasada üretiliyor. Fiyatı 4 milyon 900 bin olan bu detektörün yanısıra, 'herkes için her yerde kullanılabilen' cep detektörleri de üreticilerin yapmış oldukları bir başka kolaylık. Toprak yüzeyine yakın, altın, gümüş vb. metalleri bulan, ışıklı ve sesli ikaz veren ve hedefi tam tesbit eden bu detektörün fiyatı ise 1 milyon 900 bin TL. Detektör piyasasındaki en son gelişme ise, uzun menzilli detektörlerin üretilmesi. Geniş bir alanı saatler harcamadan bir kaç dakika içinde tarayabiliyor. Menzili 8 km. Maksimum derinliği ise 10 metre. Açı ayarlı, iki anteni ile tarama alanı dar veya geniş tutabiliyor. Böylece bir bölgede dağınık halde duran defineleri tek tek veya toplu halde algılayabiliyor. Uzun menzilli olmasından dolayı fiyatı da oldukça pahalı. Yaklaşık 150 milyon civarında.

Detektör kullanmasını bilmiyoruz

Türkiye'de, bir yılda yaklaşık 5000 adet detektör satılıyor. Detektör satışlarının bir hayli fazla olması, özelliklerinin de çok fazla geniş olmasına rağmen, define bulup zengin olan insanlara pek rastlanmıyor. Hatta defineciler arasında, detektör satın alan ve özelliklerinin kötü olduğuna inanıp daha pahalı detektör alanlar da yok değil. Buna rağmen, yine de define bulan pek fazla insan yok. Definecilere göre sorun ellerindeki detektörlerin iyi olmaması. Satıcılara bakılırsa, sorun detektörde değil, detektörü kullananlarda.

Dernek Başkan Yardımcılığı yanısıra, detektör satıcılığı da yapan Erol Atabalkan, definenin ibreli ve sesli ayarlarla bulunduğunu, define arayanların da bu ayarları bilmediğini, bu yüzden sorunun detektörden değil, detektörü kullananlardan kaynaklandığını söylüyor: "Dijital rakamla ayrılan ve her metale ayrı ayrı çıkarılmış rakamların olduğu detektörler var. Kullananlar bunu bilmediği için, sorunun detektörden kaynaklandığını sanıyorlar."

Detektör alıp memnun olan insan bulmak zor olduğu için Atabalkan'a; 'detektörlerin, özelliklerinin çok geniş, kullanımının çok basit olduğu söylenmesine rağmen, hiç kimse mi kullanmasını bilmiyor?' şeklinde sorduğumuz soruya ise, ilginç bir cevap alıyoruz. Atabalkan piyasada bulunan detektörlerin kullananların dediği gibi kötü olduğunu itiraf edip, bunun sebebinin ise piyasadaki ithal detektörlerden kaynaklandığını belirtiyor. "Aslında yerli mallar daha iyi. Ama Amerikan mallarına daha fazla talep var. Bunlar da denildiği gibi çok kötü. İthal olduğu için satıcı bu malları çok ucuza alıp pahalıya satıyor" diyen Atabalkan, ama defineciler kullanmasını bilseler bu kötü detektörlerden de çok fazla yararlanabilirler demeyi de sözlerine eklemeden edemiyor. Amaç umut, talep de fazla olunca her keseye uygun detektörler imal ediliyor ve tabii ki kazanan da detektörcüler oluyor.

Ölüye de rahat yok

Detektör satın alıp elindeki haritaya, gördüğü işaretlere ve dinlediği, duyduğu hikayelere inanıp define arayanların yanısıra, mezarlarda altın diş, yüzük, kolye, kemer vb. arayanları da bu dünyada görmek mümkün. En kötü detektör bile, herhangi bir metale ses verdiği için, mezarcılar, mezarların içerisinde ne olduğunu hesaba katmadan, ya tutarsa mantığıyla hareket edip, bu dünyadan elini eteğini çeken insanları hiç tereddüt etmeden rahatsız edebiliyorlar. Eski Türk, Yunan, Bizans ve Mısır geleneklerinde, değerli eşyaların ölülerle beraber gömülmesinden dolayı gözünü para hırsı bürümüş bu insanlar, hiç tereddüt etmeden mezarları kazabiliyorlar. Bu insanlar, ülkemizde azımsanmayacak kadar da fazlalar.

'Mezarcılar'ın' yoğun olduğu bölgelerin başında, Ege ve Akdeniz geliyor. Bunun yanısıra Kapıdağ yarımadasında, Güneydoğu'da ve İç Anadolu'da da bu insanlara rastlamak mümkün. Balıkesir'in Erdek ilçesine bağlı Narlı köyünde, eski kilisenin yanındaki mezarlıkta da, mezarcılar bu tür araştırmalar yapmış. Köylülerin söylediklerine göre köyde, 1. Dünya Savaşına kadar ölüler, milletlere ayrılarak gömülürmüş. Bir dönem Türk, Yunan ve Pomakların beraber yaşayıp, ayrı ayrı mezarlara gömüldükleri Narlı köyünde, bugün mezarcıların en çok talan ettikleri mezarların başında Pomakların ve Yunanlıların mezarları geliyor. Köylülere göre bu mezarların talan edilmesinin sebebi, mezar taşlarındaki oymaların, işlemelerin ilginç olması. Aynı zamanda da Hıristiyan kültürünü yansıtıyor olması. Köylüler oymaların ve işlemelerin ilginç olmasından dolayı mezarcıların, mezarda değerli eşyalar olabilir düşüncesiyle mezarları kazdıklarını belirtiyorlar.

Yaşlı bir köylü, mezarcıların, bir şey bulumadıklarından dolayı, 'para eder' diye, bu işlemeleri ilginç olan taşları çaldıklarını söylüyor. " Bundan bir yıl önce, bu ilginç taşlar mezarlıkta vardı. Ama bir yıl içinde para eder diye taşlar çalındı. Taşları çalınan mezarların hemen hemen hepsi açılmış, mezarcılar içerisinde bir şey bulamayınca taşları çalmışlar."

Türkiye'de yaşanan en büyük mezar hırsızlığı, bundan 10 yıl önce Antalya'nın Elmalı ilçesinde gerçekleşmişti. Bayındır köyünden Süleyman Dönmez isimli şahsın, Çağıltemeller yöresindeki D mezarlığından çıkardığı (Kral Midas'ın hazinesi olduğu söyleniyor) eserler oldukça ilginçti. D mezarlığındaki iskeletin belinde bulunan inanılmaz güzellikte bir gümüş kemer, 9 gümüş çengelli iğne ve 10 bronz, boğa başlı bronzdan yapılmış iki küçük kazan, gümüş at göğüslükleri, gümüş koşum eşyaları, çok miktarda gümüş plaka, kaplama parçalar vb. mezardan çıkan parçalardan sadece bir kaçıydı. Mezarda bulunan gümüş rahip heykelciğin ise dünyada eşi benzeri yok. Detektörün ses vermesi sonucu tesadüfen kazıldığı söylenen bu mezarın hikayesini, detektör satıcılarının, detektör fiyatını gösteren kataloglarında görmek mümkün. Bu mezar hırsızlığının, reklam amaçlı kataloglara neden girdiği sorusu ise olayın diğer bir boyutu.

"Ararım, kazıyamam"

Define aramanın hukuki boyutu ise oldukça ilginç. Resmi Gazete'de yayınlanan tebliğlere, yönetmeliklere ve konuyla ilgili Yargıtay kararlarına göre metal detektörleriyle kazı yapmamak şartıyla, define aramak serbest ve herhangi bir izne bağlı değil. Kazı yapmak için ise, resmi makamlardan izin alınıyor. İzin alındıktan sonra yapılan kazılarda bulunan eserlerin % 10'u arazi sahibinin, % 50'si devletin, % 40'ı ise definecinin.

İstanbul eski Mali Şube Müdürü Salih Güngör, yüzde altmışlık kısmı, devlet ve arazi sahibine kaptırmak istemeyen bazı definecilerin kaçak kazı yaptıklarını söylüyor: "Define aramak serbest, kazı yapmak yasak olduğu için, definecilerin bir çoğu % 50'lik kısmı kaptırmamak için yasak kazı yapıyorlar. Detektör olayının iyi tahlil edilmesi gerekir. Detektörlerle hazine bulmak zor olsa da, arama serbest olduğu için bu insanların, 'hazine var' deyip, tarihi bölgelere, eserlere verdiği tahribatı da hesaplamak gerekir."

Gazeteci Özgen Acar da, detektörlerin bir kültür katilleri olduğunu, eline detektörü alanın istediği yeri, istediği zaman çok rahatlıkla aradığından dolayı kültürün katledildiğini söylüyor: "Eline detektör alan, hazine bulacağım diye tarihi ve kültürel alanların yoğun olduğu yere akın ediyor. Tarihi alanlarımız da bu insanların elinde tarumar olup gidiyor."

Nee! Cin mi dedin...

İnsanların geceleyin yanından bile geçmeye çekindiği mezarları korkusuzca kazan, devletten ve yasalardan korkmayan definecilerin, korktukları noktalardan biridir, defineyi cinlerin koruduğu inanışı. Tılsım olayı ise apayrı bir konudur. Yıllardır, toprak altında kalan definenin sahiplenilmesi olayıdır tılsım. Bir başka tabirle gün yüzüne çıkamaması. Tılsım inanışına göre, defineyi koruyan güçler, definenin, toprak yüzeyine çıkmasını istemiyor ve insan elinin defineye dokunmasını arzu etmediğinden, değişik şekillere girerek, insanların defineye ulaşmasını önlüyorlar. Bu güçlerin neler olduğu ise tartışılan bir konu. Kimine göre cin, kimine göre ise definenin kendi gücü. Definecilere göre, ne olduğu belirsiz bu güçler, kimi zaman yılan şekline, kimi zaman kurbağa, kimi zaman da değişik böcek şekillerine girerek, insanların defineye sahip olmasını önlüyorlar. Defineci Hüseyin, kendisinin başına bu tür olayın geldiğini söylüyor. Amasya'da, define olduğuna adı gibi emin olduğu yeri kazdıktan sonra, yılanlarla karşılaştığını söyleyen ünlü gezgin Hüseyin, definenin yılan şekline bürünüp, oradan kaybolduğunu belirtiyor. Bazı definecilere göre, tılsımın yanısıra, cinler de defineye sahip çıkıyor. Onların elinden, sahiplendiği defineyi almak, cinlerin, alan insana musallat olması demek. Defineciler arasında bu inanış, oldukça yaygın. Amasya'da, tılsımla karşılaşan Hüseyin, bir başka kazıda da cinlerle karşılaşmış. Cinlerin, sakın bu defineyi alma diye kendisine uyarıda bulunduğunu belirten ünlü gezgin, bu uyarıya uyduğunu ve uyanlara cinlerin kesinlikle musallat olmadıklarını, yıllırın tecrübesiyle(!) söylüyor. Amaç; para, hazine olunca defineciler, cinlerden korunmak için muska, büyü, kısaca akla gelebilecek her tür mistik yola başvuruyorlar. Cinlerin musallat olmaması için, kazı çalışmasında dualar okuyup, muskalar toprağa gömüyorlar. Bazen de kazı yapılan yerde herhangi bir hayvan kesilip kanı toprağa akıtılıyor. Define bulup deliren, olur olmaz yerde bayılan, zürafaların, fillerin üzerine geldiğini söyleyen insanların olduğu da en yaygın söylentiler arasında. Gerçi defineciler bunların söylenti değil gerçek olduğunu söylerler. Tanıdıkları bir çok insana cin musallat olmuştur. Hocaların birçoğu da cinlerin defineyi koruduklarını söylemişler. Bu işle uğraşan, definecilere muska yazan hocalar da az değil.

Cinlerin gerçekten defineleri koruyup korumadığı sorusuna net bir cevap vermek zor. Definecilerin bazılarına bakılırsa, cin olayı tamamen gerçek ve bir çok kişiye cin bu yolla musallat olmuş. Definecilerin bir araya geldikleri, Kadıköy Asya Kıraathanesi'nde görüştüğümüz Mehmet Ulutaş'a göre cin hikayeleri tamamen gerçek. Hemen yanıbaşındaki, Tokatlı Mahmut'a bakılırsa definecilerin hayal ürünü. Ama, tılsım olayı ona göre, gerçek. Bu konuyla ilgili yazılan dini kitapların bazılarına bakılırsa cinler, defineyle irtibatlı olabilir. Bazı kitaplarda ise, definecilerin hayal dünyalarının geniş olmasından dolayı bu tür söylentilerin yayıldığı, tamamen fıtri olan hastalıkların cinlere mal edildiği söylenir.

İstanbul Müftülüğü'nün bizlere yapmış olduğu açıklama ise oldukça net. Müftülük Fetva Dairesi yetkilileri; bu konunun su götürmeyecek kadar net olduğunu, cinlerin, tılsımın defineyle irtibatının mümkün olmadığını, bu tür söylentilerin dinle, muskayla da hiçbir ilgisinin olamayacağını belirtiyorlar.

Define: "Bilinç altındaki, değişmeyen tutku"

Yıllarını sonu bilinmez bu umut yolculuğuna verip, kimi zaman ailesini, kimi zaman eşini—dostunu unutan, bazen aylarca ailesiyle görüşmeyen, servetini son kuruşuna kadar hiç çekinmeden toprak altına gömmekten çekinmeyen bu insanların, ancak ölümle ayrılabilecekleri bir tutkuyla defineye bağlanmaları oldukça manidar. Onlar kendi hayal dünyalarında mutlu olduklarını her fırsatta dile getiriyorlar. Umutlarının yıkılmaması onlar için oldukça önemli. Buna da zaten mecburlar. Bir definecinin söylemiyle, "Umudun olmadığı yerde yıkım, yıkımın olduğu yerde ise bir son, yani idam vardır" sözü, onların mecburiyetini en iyi şekilde anlatıyor. Psikiyatr Özcan Köknel, bu insanların saplantıları sonucu güçlü düşlerinin gerçekleşeceğine inandıklarını, ortak bilinç altlarında ve ruhsal gelişmeleri içerisinde çocukluk dönemlerinden kalan ilginç olanı, sır olanı bulma, araştırma yatkınlığının devam edip, yaptıklarını ve yapacaklarını etkilediğini söylüyor. "Yaş ilerledikçe. insan yaşamla daha sıkı bağlantı kurdukça inandığı bazı hikayelerin gerçek yaşamla örtüşmediğini görecektir. Ama görülüyor ki bu insanların yaşları ilerlemesine rağmen çocukluk döneminden kalan, hayal dünyalarının etkisi daha fazla yapacaklarına etki ediyor" diyen Köknel, maddi ve manevi tatminsizliğin, iyi ve mutlu yaşama isteğinin de bilinç altına eklenmesiyle tutkunun daha da arttığını sözlerine ekliyor.

Definecileri kumar, loto, vb. oynayanlara benzeten Köknel, bu insanları kendi dünyalarından ayırmanın çok zor olduğunu, gerçek yaşamla yüz yüze olmalarının da kendilerinin elinde olduğunu belirtiyor. "Kumarda kaybeden insanı masadan kaldırmak oldukça zordur. Son kuruşuna kadar oynar, hatta borç alır gene oynar. Kaybettiklerini kazanmak için bütün yolları dener. Defineciler de bir çok kazıdan elleri boş dönseler de, yeni bir hikayeye, kazanma arzusuyla gözlerini kırpmadan atılırlar sanıyorum."

Ölüm bizi ayırıncaya dek, seninleyiz

'Define', günyüzüyle tanışmamış, gizemli, esrarla dolu bir sözcük. 'Defineci' ise, bu gizemli dünyanın peşinde koşan kişi. Bazen ülke sınırla
11.07.1998