21 Mayıs 2011 Cumartesi

Çingeler / Çingene Kültürü Qing / Gypsy Culture

place here to learn-treasure place here to learn-treasure-defıne defıne defıne defıne sıgnal sıgns-solutıons-map-defıne path defıne-detector-cın-magıc-defıne search bars made-metals-charm-bury-bandit-defıne of documents-mound-tumulus-bandits- mystery of money-jewellery-defıne-archaeology-hıstory museums-ıslamıc-defıne natural stone-sculpture-news-mythology-antıque-archaeology-ancıent cıtıes-regıons-ancıent trade routes-horasan-ebced-sıgnal solutıons-defıne search-roman-byzantıne maps-green coıns only defıne to learn

Çingeler / Çingene Kültürü

Çingene

Flütlerin, ateşlerin anayolunda,
Bir öbek Çingene ve kıvılcım.
Ta baştan sonsuza, yürüyoruz yarına
Işıklı bir kent, karanlıkta.
Evimizdir bizim, toprak,
Ve bulunduğumuz yerdir evimiz.
Sevgiyle kalbimizde
Devam yola, yola, yola.
Zamanıdır Çingene raksının.
Hayal kırıklığının anayolunda,
Aşarak metal ve gözyaşlı kentleri,
Sallantılı yarınlara mı koşuyoruz sonsuza dek
Korku konulu bir senfoni çalınırken.
Evimiz olmazsa toprağımız artık,
Evimiz olmaz o zaman, bulunduğumuz yer de
Ve değildir aşk, bu kollarda.
Yürür mü yaşam o zaman
Zamanıdır Çingene raksının.

Ölüm ve deliliğin anayolunda,
Suya düşecek, imha planları.
Sonsuza dek bağlı olarak yeryüzüne
Ve çocuklarımıza,
Yanıtlıyoruz tutkulu çağrıyı.
Yaşamımızdır bizim, toprağımız.
Kollarımıza gelerek tüm bir aşk,
Devam yola, yola, yola.
Zamanıdır Çingene raksının.
Flütlerin, ateşlerin anayolunda,
Bir öbek Çingene ve kıvılcım.
Şimdi ve sonsuza dek, yürüyoruz yarına
Işıklı bir kent, karanlıkta.
Evimizdir bizim, toprak,
Ve bulunduğumuz yerdir evimiz.
Kalplerimize gelerek tüm bir aşk,
Devam yola, yola, yola.
Zamanıdır Çingene raksının.
Söz: Holly Near, Müzik: Jose Seves
İngilizce’den özgün metinden çeviren:


Ulaş Başar Gezgin- Ho Çi Min Kenti, Vietnam

Çingene adı altında toplanan bütün büyük etnik grupların listesi (Sınıflandırma bizzat Çingeneler tarafından yapılmış ve uzmanlar tarafından da kabul edilmiştir) Çingene kanı taşıdığını iddia eden üç ana grup bulunmaktadır: Kaldera, Gitano ve Manuşlar.

Kaldera Çingeneleri : Yalnız kendilerinin gerçek Çingeneler olduğunu iddia ederler. Adlarından da anlaşıldığı üzere, çoğu kazancılıkla uğraşmaktadır. Rumence’de kazanın adı caldera’dır. Önce Balkan Yarımadası’ndan çıkmışlar, sonra Orta Avrupa’dan Fransa’ya geçip beş kola ayrılmışlardır.
a. Lovariler : Macaristan’da uzun süre yaşadıklarından dolayı, Fransa’da Macar adıyla çağrılırlar.
b. Boybalar : Transilvanya’dan gelmişlerdir ve savaştan önce, evcilleştirilmiş hayvanlarla gösteri yapan Çingeneler’in çoğunluğunu oluşturmaktaydılar.
c. Luri ya da Luliler : Bugün de Firdevsî’nin anmış olduğu Hint kavminin adını taşırlar.
d. Çurariler : Diğer Kaldera Çingeneleri’nden ayrı olarak yaşarlar. Vaktiyle at alıp satan Çurariler, bugün kullanılmış araba alım satımıyla uğraşmaktadır.
e. Turko-Amerikalılar : Avrupa’ya gelmeden önce, Türkiye'den Amerika Birleşik devletleri’ne göç etmiş oldukları için kendilerine bu isim verilmektedir.

Gitanolar : Kendilerine yalnızca İspanya, Portekiz, Kuzey Afrika ve Güney Fransa’da rastlamak mümkündür. Dış görünüşleri, lehçeleri ve gelenekleriyle Kalderalılar’dan ayrılırlar. Kendi içlerinde İspanyol ya da Endülüslüler ve Katalonyalılar diye ayrılırlar.

Manuşlar : Orta Avrupa’daki Çingeneler’dir. Muhtemelen İndus kıyılarından geldikleri için, kendilerine Sinti de denmektedir. Üç alt gruba ayrılırlar.
a. Valsikanlar ya da Fransız Sintileri: Pazarcılık yapar ve sirklerde çalışırlar.
b. Gaygikanlar ya da Alman, Alsalsı Sintiler : Bunlar çoğu kez, Çingene olmayan, ancak aynı gelenek ve göreneklere göre yaşayan Avrupalı göçebelerle karıştırılmaktadır.
c. Piemontesliler ya da İtalyan Sintileri : Örneğin İtalya’nın tanınmış ailelerinden Buglioneler bu gruba girmektedir.

Bu üç grubun dışında İngiltere, İrlanda ve İskoçya’da yaşayan Gypsieler, Kaldera, Manuş ve Tinkerler’e benzerler. Bunlar gezginci kazancılardır ve Çingene asıllı olup olmadıkları kesin değildir.

Bütün bu ayrımlar elbette keyfidir. Bu gruplardan her biri yalnız kendilerinin gerçek Çingene olduğunu iddia eder ve diğer grupları kendilerinden aşağı görür. Her grubun kendi lehçesi, kendi yasaları ve gelenekleri bulunmaktadır. Ancak, Çingene kavimleri konusunda her bir grubun kendine özgü bir sınıflandırma tasarımına sahip olması çok daha önemlidir.

Kendi kavimlerinin mensupları dışındaki insanları nitelendirmek için, genellikle onların meslekleri belirtilir. İşte böylece Ursariler, yani ayı oynatıcılarından söz edilir. Örnek olarak, Romanya’daki değişik Çingene gruplarının bir listesi verilmektedir. Bu isimler, oldukça farklı bir lonca oluşturan Laieşi ve Ursari Çingenelerince kullanılmaktadır:

Blidariler, ahşap mutfak araç gereci yapıp satar.
Chivutseler, bunların karıları badanacıdır ve dolayısıyla oturdukları evlerin dış cephelerini her yıl yeniden boyamakla görevlidirler.
Ciobatoriler, ayakkabı yapımı ve onarımıyla uğraşırlar.
Costorariler, kalaycıdır.
Ghilabariler, çalgıcıdırlar.
Lautariler, çalgıcı ve lüt yapımcısıdırlar.
Ligurariler, ahşap ve araç gereçler yapıp satarlar.
Meshteri Lacatuşiler, çilingirdirler.
Rudariler, ahşap araç ve gereç yaparlar.
Salaboriler, duvarcıdırlar.
Vatraşiler, çiftçi ve bahçıvandırlar.
Zlatariler, ırmak kıyılarında altın ararlar.

Bu liste henüz tam değildir. Popp Serboianu, on dört ayrı Rumen Çingene grubundan söz etmektedir. Ancak bunlar da yine listenin tamamı değildir.” asli_33
06-02-2007, 03:40 AM

Çingenelerin adı ve vatanı
“Daha başka birçok dilde benzer biçimlerde söylenen (Almanca) Zigeuner sözcüğü (Macarca Czigány, Rumence Cigánu, Fransızca Tsigane, İtalyanca Zingaro, Türkçe Çingene v.b.) bugüne kadar kesin olarak açıklanamamıştır. Aynı sıklıkta kullanılan (Almanca) Ã�ypter kavramı (İspanyolca gitanos, İngilizce gypsies, Yunanca gifti, Arnavutça Evgit v.b), Çingeneler’in Avrupa’da ilk kez ortaya çıktıkları sıradaki kendi beyanlarına dayanır.

Çingeneler kendilerine Rom, dişil Romni, dillerine ise Romani der. Bir cins isim olan bu sözcük ‘adam, insan’ anlamına gelmekte olup, bugün hâlâ Hindistan’da rastlanan düşük bir kastın adı olan Sanskritçe Domba sözcüğünden türetilmiştir. (Hindu dilinde domb, dişil domnï, Pencapça dũm v.b.). Ayrıca Manuš (< Skt. mãnuşa ‘insan’), Sende, Sinde (belki de < Skt. Saindhava ‘eski Hint eyaleti olan Sindh’den gelme) ve Kalo (siyah) sözcükleri de kullanılmaktadır. Kuzey Almanya ve İskandinavya’da, Çingeneler’e yer yer bugün de Tatern (Tatarlar) denmektedir.

Çingeneler’in vatanı konusunda uzun bir süre yalnızca tuhaf tuhaf tahminler ortalarda dolaştıktan sonra, 18.yy.’ın sonuna doğru, dillerinden hareketle onların vatanının Hindistan olduğu kesin bir biçimde saptanabilmiştir.Romani’nin temelinde, Hint-Ari dillerinin (Hindu dili, Racastanca) merkez grubu içinde yer alan –ve bugüne kadar hep iddia edildiği üzere Kuzeybatı Hindistan’da yerleşik olmayan- bir Orta Hindistan lehçesi yatmaktadır. Bu lehçenin gramer yapısı tümüyle Hint-Ari dillerine özgü özellikler, ses bilgisi ise M.Ö. 300 yılında kağıda dökülmüş olan Pali’de dahi artık rastlanmayan tuhaf eskilikler içermektedir. Böylesine eski bir tarihte göç ettikleri varsayımından daha çok, burada yerel eksikliklerin söz konusu olduğundan yola çıkmak gerekir. Yazılı dillerin geliştiği durumlarda da, bu eskilikler ücra bölgelerde muhafaza edilmiştir. Günümüzde, Romani çok sayıda lehçe ve ağza ayrılmış bulunmaktadır.

Hintçe’nin konuşulduğu bölgeden ayrılış tarihi konusunda yalnızca belirsiz tahminlerde bulunulabilir. Firdevsî’nin Şeyhnamesi’nde (yaklaşık M.S. 1000), betimlemeye göre Çingeneler’e çok benzeyen göçer bir kavim olan Luriler’den söz edilmesi, terim olarak bir ante quem olsa gerek. Buna göre Luriler, M.S. 420 yılında 12 bin kişiyle Hindistan’ı terk etmiş ve daha sonra başka yolculuklara çıkmışlardır. Çingeneler’in Avrupa’ya ve oradan da Yeni Dünya’ya yayılmaları 15. yüzyılın başlarında gerçekleşmiştir.
Bu konudaki ilk belgeler 1416 yılına ait olup, yer Transilvanya’da Kronstadt’dır. Takip eden yıllarda, pek çok Avrupa kentine ait Kroniklerde, kendilerine Hıristiyan hacı süsü veren ve Mısır’dan geldiklerini iddia eden Çingene gruplarının ziyaretinden bahsedilmektedir. Bu dolaysız tarihi belgelerin öncesinde, Çingeneler’in göç yolları hakkında bize Romani’nin temel söz varlığı bazı bilgiler vermektedir. Bu dilde bulunan Yunanca sözcüklerin oranı oldukça çoktur; ayrıca Farsça ve Ermenice’den de çok sayıda sözcük geçmiştir. Romani’ye benzer dilleri olan Çingene kavimlerine, bugün Ermenistan ve Suriye’de hâlâ rastlanmaktadır. Bronz işçilik sanatını Avrupa’ya getirmiş olanların, metaller ve demircilik konusunda bilgili Çingeneler olduğu yolundaki aşırı cüretkâr hipotezler –her ne kadar buna benzer tahminler yüz yıldan da daha önce (1843 yılında Bataillard tarafından) ortaya atılmış ve kısa bir süre önce (F. De Ville) tarafından yeniden ele alınmışsa da- sırf filolojik ve kronolojik nedenlerden ötürü dikkate alınamaz.
Bugün, yeryüzündeki Çingeneler’in sayısını saptamak oldukça güçtür; tahmini olarak bu sayı Avrupa için 500 bin ile bir milyon kişi arasındadır. Geçimlerini, her ülkede olduğu gibidilencilik ve hırsızlığın dışında, demircilik, falcılık, müzik ve dens, at alım satımı, ayı oynatıcılığı, çerçilik v.b. ile sağlamaktadırlar. Bu arada, kavimlerin pek çoğu bu sayılan faaliyet alanlarından yalnızca birinde uzmanlaşmıştır. Avrupa’da ortaya çıkmalarından kısa bir süre sonra, değişim ülkelerde kısmen acımasız takiplere maruz kalmışlar, daha sonra da kendilerini Nazi Almanyası’ndaki toplama kamplarında buluvermişlerdir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde Çingeneler’in karakteristik özellikleri gittikçe daha fazla yok olmuştur. Gelişen sanayileşme sonucu Çingeneler’in gleneksel geçim kaynakları da sınırlanınca, misafir oldukları halkların kültürüne tümüyle asimile olmaları, zamanın akışı içinde kendiliğinden tamamlanacak gibi görünmektedir. Üstelik son zamanlarda bu asimilasyon süreci, Çingeneler’in isteksizliğinden çok, yerleşik düzende yaşayanların geleneksel şüphecilikleri sonucu uzuyor izlenimi uyandırmaktadır.”

Çingenelerin mitolojisi
“Eski literatürlerde Cingeneler’in inanç ve dinine ayrılmış olan bölümler, monoton bir biçimde tekrar edilen şu iki düşünceyle sınırlıdır. Buna göre Çingeneler’in herhangi bir dini yoktur ve olsa olsa misafir oldukları halkların dinine görünüşte uyum gösterirler. Bir de Romanya ve Macaristan’da yaygın olan bir fıkra vardır ki, o da vaktiyle Çingeneler’in kilisesinin domuz yağından inşa edilmiş ve daha sonra köpekler tarafından yenmiş olduğudur.

Bunun nedeni ise, geçimini daha ziyade hırsızlık ve dolandırıcılıktan temin eden bir halkın hiçbir inanç ve ahlaka sahip olamayacağı yolundaki önyargının dışında, esasen Çingeneler’in çekingenliğinde yatmaktadır. Onların ‘dinsiz’ oluşu, misafir oldukları halkların kendilerine zulmetmesine ve bu nedenden ötürü kendilerine zorunlu olarak sağlam inançlı birer Hıristiyan ya da Müslüman süsü vermelerine yol açmıştır. Bu tarihsel ve sosyal-dinsel koşullar, Çingeneler’in aşırı, hatta neredeyse tabu diyebileceğimiz bir dikkat ve ürkeklikle dışarıdan herhangi bir kimseye kendi toplumsal ya da düşünsel, özellikle de dinsel gelenekleri konusunda açılmaktan sakınmalarının önemli bir nedenini oluşturmaktadır. Çingeneler’in bir yazı diline sahip olmadıkları hususunu da göz önünde bulundurursak, -ki bu Çingeneler’in özbilincinde büyük rol oynayan ve neredeyse bütün kavimlerde değişik efsanevi ve söylensel tasarımlarda yer alan bir olgudur-, eldeki kaynakların görece az ve sınırlı oluşuna daha fazla şaşırmamak gerekir. Ayrıca, Çingeneler üzerine yapılan araştırmaların özellikle başlarında, bilimsel ilginin tek taraflı olarak dil konusuna yönelik oluşu ve son zamanlarda yapılan araştırmaların da daha çok sosyoloji ağırlıklı oluşu, araştırmamızın konusu açısından bir olumsuzluk olarak ortaya çıkmaktadır.

Çingeneler’in söylensel ya da söylene benzer sözlü geleneklerinin ortaya çıktığı zamana ve geldikleri yere bakıldığında, bunların birbirinden bir hayli farklı öğelerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Kavimler eski gelenekleri farklı farklı ölçülerde devam ettirmişlerdir; ayrıca bir kavimde belli bir söylensel öğenin bulunmasından, bu öğenin başka kavimlerde de bulunacağı sonucu çıkarılmamalıdır. Genel olarak Doğu Avrupa’da, özellikle Balkanlar’da yaşayan kavimlerin, Batı ve Orta Avrupa’da yaşayan kavimlere oranla geleneklerini daha iyi korudukları kabul edilmektedir. Aynı şekilde, sözlü gelenekler sadece göçer Çingeneler tarafından devam ettirilmektedir; yerleşik Çingeneler ise, bu geleneklerden ve dillerinden kısa bir süre içinde uzaklaşmaktadır.

Dolayısıyla, Çingene halkının başlangıçta ortak malı olan ilksel söylenlerin sayısını ve bunların neler olduğunu saptamak pek mümkün değildir. Eldeki söylenleri şöyle kabaca sınıflandıracak olursak, Hıristiyanlık öncesi döneme ait ve Hıristiyanlık dönemine ait söylenler olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Böylece, söylenler arasında kendiliğinden kronolojik bir ayrım da yapılmış olur. Hıristiyanlık öncesi döneme ait sözlü gelenekler, Hindu mitolojisini anımsatan az sayıda ve kısmen yalnız etimolojik öğe (Tanrı; İstavroz; Tufan; Köpek; Dağ Kültü), Aboriginler sözlü gelenekleriyle olan tek tük benzerlikler (Dünyanını Yaratılışı...) ve yaygın Hindu İnancında var olduğu saptanmış bir gelenek olan ağaç evliliğini (Ağaç kültü) içermektedir. Evrendoğum söyleninin saptanabilen öğeleri, Hint Aborigin Kavimlerinden olan Bhil ve onlara komşu olan Gondlara (Dünyanın Yaratılışı...) ait sözlü geleneklerle açık seçik bir biçimde benzerlik göstermektedir. Bu ise, Çingenelerin Hindistan’ın kuzeyinde Hindu-Racastanca dilinin konuşulduğu bölgeden çıktıkları yolundaki varsayımla örtüşmektedir. Diğer başka tasarımlar ise bağımsızdır ve görünüşe bakılırsa, Hint sözlü gelenekleriyle olmadığı gibi, başka ülkelerin gelenekleriyle de ilgisi yoktur. Örnek olarak şu sözlü gelenekleri sayabiliriz: Yer ve Gök ya da Yıldızlar, özellikle de doğa ruhları ve Hastalık Cinleri’ne ilişkin, zengin ve barbarlara özgü rengarenk bir görünüme sahip tasarımlar. Doğa ruhları ve Hastalık Cinleri konusundaki bu tasarımlar, batıl inanç niteliğine sahip çok sayıda uygulamayı da kapsamaktadır (Hagrin; Köpek İnsanlar; Hastalık Cinleri; Loholičo; Mašurdalo; Mulo; Nivaši; Phuvuš; Devler; Suyolak).

Çingeneler’in ruh ve cin inancı hakkında sahip olduğumuz bilgiler, genel olarak tek bir kişinin açıklamalarına dayanmaktadır. Bu kişi, Çingeneler’le uzun bir süre birlikte dolaşan, dolayısıyla onların güvenini tam anlamıyla kazanarak inançları, gelenek, görenekleri ve kavim yasaları hakkında geniş bilgi edinmiş olan Transilvanyalı Heinrich von Wlislocki’dir (1856-1907).

Wlislocki, yayımlamış olduğu kitap ve makalelerde de ele aldığı malzemeleri, Güneydoğu Avrupa, özellikle de Macaristan ve Romanya’da yaşayan Çingeneleri gözlemleyerek bir araya getirmiştir. İçinde, bu bölgedeki Çingenelere ait olmayan ve cinlerin adlarını içeren yalnızca iki kısa liste mevcuttur. Bu listelerden birincisi 1893 tarihli olup Polonya’daki Çingenelere aittir. Listelerden özellikle ikincisi kısa olmasına rağmen, Çingenelerin cin inancında yer alan temel figürlerin Doğu Avrupa ile sınırlı birtakım yeni oluşumlar olamayacağı ve nedensiz yere yakın zamana kadar hep şüpheyle bakılan Wlislocki’ye ait çalışmaların güvenilirliği konusunda değerli bir kanıttır.

Çingeneler’in Hıristiyanlık dönemine ait sözlü gelenekleri arasında, özellikle Hz. İsa’nın doğumu ve çocukluğunun anlatıldığı öykü ilginçtir. Bu öykü daha başka sözlü geleneklerle birlikte, henüz bu yüzyılın içinde Fransa’ya göçmüş bir Rumen Çingene kavmi olan Kalderaslar’ın (Kazancılar) lideri ve bütün bunları kaydeden Dominiken Peder R.P.Chatard von Zanko’ya 1955 yılında anlatılmıştır.

Bu öykü, apokrif Hıristiyanlığına özgü açık seçik göndermeler içermektedir ve büyük olasılıkla, Ortodoks Kilisesi’nde yaygın olan ‘Yakup’un ilk Yeni Ahiti’nin (Çingene İncili) ağızdan ağza aktarılması sonucunda bozulmuş ve kısaltılmış bir aktarımından başka bir şey değildir. Tek tük rastlanan ve Norveç’teki Çingeneler arasında var olduğu saptanmış bir kült olan Alako da, bu türden öğretilerin son ve zayıf bir yankısıdır. _Çingene İncili konusunda yalnızca Zanko’nun kayıtlarına başvurabiliyorken, özellikle Çingeneler’in Mısır’daki sözde kökenlerine ilişkin geleneğe bağlanan son dönem Çingene grubunda mevcut olduğu belgelenmiştir. (Kutsal Aile; Sara; Firavun; İstavroz). Özellikle Firavun Efsanesini, Çingenelerin kökenlerine ilişkin asıl bir söylen olarak nitelendirebiliriz.

Zanko tarafından aktarılan, Kalderašlar’a ait ‘Traditions’da –kapsam, içerik ve biçimlendirme açısından literatürde eşsiz olup, doğrudan Çingeneler’den bize ulaşan bu yegane yazılı belgede- başka başka gelenek katmanlarına ait öğeler çarpıcı bir bütün içinde sunulmuştur. ‘Traditions’, dünyanın Tanrı ve şeytan tarafından yaratıldığına ilişkin Wlislocki’nin de kaydettiği eski pagan döneme ait sözlü gelneek ve ilk insan çiftinin yaratılışı, ayrıca ilk günah konusundaki İncil kökenli sözlü geleneklerden az çok etkilenmiş olan öyküyle başlar. Bunu, Firavun Efsanesi’nin ayrıntılı bir aktarımı izler. Bu efsanede, ‘Pharavunure’lerin yaşamını yitirdiği fırtınalı met, ‘Birinci Dünya’nın sonunu hazırlayan bir çeşit (Tufan) olarak karşımıza çıkar. Kalderašların bakışıyla en önemli Çingene gruplarına göz attıktan sonra, ‘Yeni Dünya’nın önemli bir olayı olarak apokrif Hıristiyanlığındaki biçimiyle tanrısal çocuk öyküsü ele alınır. Zanko tarafından Çingenelerin İncili olarak nitelendirilen ve başı sonu olan bütünsel bir metnin dışında, ‘Traditions’ daha başka tek tük söylensel öyküler içerir (İstavroz, Proroe ve İlia; Devler; Yılan), fakat Wlislocki’nin söz ettiği o zengin cinler ve ruhlar alemine ait neredeyse hiçbir iz yoktur.

Asıl söylensel kaynaklar arasında M.J.Kuvanın adında bir Rus doktorun, 35 yıllık bir araştırma sonunda Çingene söylenleri konusunda bir araya getirmiş olduğu malzemeye değinmekte fayda var. Dr. Elysejev adında birinin 1882 yılında Rusça bir dergide yayımlanan yazısı, Baramy; Janrda; Laki; Matta; Anromori gibi bir dizi tanrı adı ve birkaç tane kısa öykü içermektedir. Bunlara başka hiçbir yerde rastlanmadığından ve de üstelik bu malzemeler kayıp olduğundan, Çingeneler konusunda uzman olan İngliiz J. Sampson’ın görüşü doğrultusunda, bunların birer hayal ürününden başka bir şey olmadığını kabul edebiliriz.

Güneydoğu Avrupa’da yaşayan Çingene kavimleri ile ilgili dinsel-söylensel alandaki bütün o sözlü geleneklerden, Batı ve Orta Avrupa’daki Çingene kavimlerinin çoğunda, ruhlarla ilgili karmakarışık inançların dışında başkaca pek bir şey kalmamış gibi. Bu ruh inancında ise, ölülerin ruhları ile ilgili öyküler (Mulo) önemli bir yer tutmaktadır. Kısmen yakın zamana kadar geçerli olan kavim yasaları ve gelenekleri, ölü defnetmek, at eti yemek gibi tuhaf tabular ile söylensel tasarımlar arasında açık seçik bir bağlantı kurmak olanaksızdır.”

Türkiye'deki Çingeneler
Çingenelerin Türkiye’ye gelişi 1. Dünya Savaşı yıllarına rastlıyor. O yıllarda Bulgaristan’dan ve Yunanistan’dan Edirne’ye göç eden Çingeneler buraya yerleşmişler.Türkiye’de yoğunluk olarak başta Edirne’de olmak üzere çeşitli bölgelerde yaşayan Çingeneler’in nüfusu resmi makamlara göre 500 bin resmi olmayan makamlara göre 1 milyon. Türkiye’de Çingeneler bölgelere göre çeşitli isimlerle anılıyorlar. Batı Anadolu ve Trakya'ya "Roman", Van ile Ardahan arasındaki bölgede "Mutrip", Orta Anadolu'da "Elekçi", Erzurum ve civarında "Poşa", Anadolu'nun değişik yerlerinde Esmer vatandaş, Köçer, Arabacı, Adana'da Cano deniliyor.
Genellikle büyük şehirlerde yaşayan ve yerleşik yaşama geçen Çingeneler müzik yaparak, çiçek satarak veya hurda eşya toplayarak geçimlerini sağlarlar. Diğer bir bölümü ise, göçebe geleneklerini terk etmeyerek, kışları sıcak bölgelerde, yazları ise şehirlerin dış semtlerinde hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Eskiden yaylı at arabaları kullanan Göçebe Çingeneler şimdi kamyon, minibüs, taksi gibi araçlarla gezginliklerini sürdürmektedirler.

Çingene komşu istenmiyor

Çingenelerin toplum içindeki yaşantılarında çeşitli güçlüklerle karşılaşmaktadırlar. Çingene olduklarını gizlemek zorunda kalmaları, kimliklerini açıklamaları halinde devlet dairesine girmeden tutun da komşuluk ilişkilerine kadar bir sürü güçlükle karşılaştıkları da bir gerçektir. Bunun en somut örneği yakın zamanda yapılan Türkiye Değerler Araştırması'na göre Türkiye’de Çingene komşu istemeyenlerin oranı yüzde 72.

Nüfus cüzdanlarında Türk vatandaşı yazan Çingeneler aynı toplum içerisinde yaşamalarına rağmen, büyük ölçüde toplum dışına itilmişlerdir. . Türkiye’de Çingeneler iki ana başlıkla suçlanırlar. Birincisi hurafelerle, efsanelere dayalı suçlamalarla Çingenelerin inançsız bir toplum olduğu zannedilir ve Çingenelere uzak durulur. Diğeri de çeşitli kitaplarda -hem de bunların bir kısmı yardımcı ders kitabıdır- Çingeneleri aşağılayan, ifadeler vardır.

Devletin de Çingenelere bakış açısı, hep önyargılı olmuştur. Örneğin, 1995 yılında basılan Millî Eğitim Bakanlığına ait Örnekleriyle Türkçe Sözlük ve Türk Dil Kurumuna ait sözlükte "Çingenece, Çingenelik, Çingeneleşmek" sözcükler, cimri, hasis, açgözlü, arsız, yüzsüz, hayasız, çığırtkan, alçak gibi sıfatlarla vasıflandırılmışlardır. Türk Ansiklopedisinin 54 ve 55 inci sayfalarında "Çingenelerin yaşamları, sosyal ve kültürel seviyeleri düşüktür. Yetmişikibuçuk millet olarak bilinirler. Pis insanlardır. Çocuk ve hayvan çalıp satarlar, gizli fuhuş yaparlar" denilmiştir. Bunların dışında da çeşitli ansiklopedi ve sözlüklerde buna benzer ifadeler kullanılmış bu daha sonra örgütlü Çingenelerin tepkisi üzerine değiştirilmiştir.

Çingene sözcüğü hakaret sayıldı

1934 tarihli İskan Yasası’na göre Türkiye’ye girmelerine izin verilmeyen Çingeneler, çeşitli hukuk metinlerinde de “şüpheli şahıs” statüsünde yer alıyor. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı'na başvuran çingeneler, kendilerine karşı ayrımcılık uygulandığını belirterek, yasalardaki bu hükümlerin değiştirilmesini talep etmişlerdir.

Türkiye Bilimler Akademisi ve Tarih Vakfı’nın ilk ve orta öğretim okul kitaplarındaki insan haklarına odaklanan bir incelemeye göre, kitaplar sıkça ayrımcı bir dil kullanılmaya devam etmektedir. Örneğin bir kitapta “Çingeneler, genelde çocuklarla, dilenirler,“ denmiştir.
2004 yılında yapılan bir boşanma davasında ise Yargıtay, kocasına "çingene" diyen kadını kusurlu bularak, boşanma davasında yerel mahkemenin verdiği manevi tazminatın haksız olduğuna hükmetti. Kararla birlikte "Çingene" sözcüğü de "küfür" sayılmış oldu.
Göçebe Çingenelerin Türkiye girmelerine izin verilmemesi, Avrupa Birliği 2003 İlerleme Raporunda da eleştirilerek “Çingeneleri göçmen olarak alınamayacak 5 gruptan biri sayan mevzuat hâlâ yürürlüktedir. Bazı çingene toplulukları, sosyal dışlanmaya yol açan güçlü önyargıların sürdüğünü bildirmektedirler” denilmiştir.

Çingeneler dernek kurdular

Bütün bunların yanı sıra Çingeneler de Türkiye'nin AB'ye uyum sürecinin önemli kriterlerinden biri olan örgütlenme özgürlüğünden yararlanarak Edirne Çingene Kültür Araştırma, Geliştirme Derneği’ni Nisan 2004'te kurdular. Çingeneler, daha önceki örgütlenme girişimlerinde hep İçişleri Bakanlığı'nı karşılarında bulmuşlardı. İzmir'de 1996'da kurulan Romanlar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği daha önce, İçişleri Bakanlığı'nca etnik ayrımcılık yapıldığı gerekçesiyle kapatılmıştı. Dernek yöneticileri, İzmir Valiliği Dernekler Masası'na, Çingeneler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği adıyla başvurdu, yine ret cevabı aldı. Tekrar harekete geçen Çingeneler, 'Selanikli Müzisyenler' adıyla yasa engelini aşmaya çalışırken AB uyum reformları devreye girdi ve Çingene Derneği kuruldu.

Kimliksiz Çingeneler

Bugün Türkiye’de yaklaşık 100 bin Çingene de kimliksiz olarak yaşamaktadır. Kültürel haklarını da tam olarak kullanamayan Çingeneler azınlık dilleriyle ilgili bir TV’nin anadilde yayın uygulamasından yararlanmayı talep emiştir. Bu talep ise şu ana kadar yerine getirilmedi.

Edirne Kakava Şenlikleri ve Tarihsel Kökenleri



Türkiye'deki ender kaynaklardan biri Kırklarelili araştırmacı Nafiz Karaçam Kakava'nın kökenlerini şöyle açıklıyor

"Kakava, Mısır ve Ön Asya kökenli bir inanç olarak kabul ediliyor. " Çingene mitolojisine göre Kakava, Eski Mısır'da Tanrı-Kral-Firavun'un Kopt halkı (Kıpti) ile birlikte yaşayan ve kökeni başka bir topluma zulmetmeye dayanan 'mucizevi olayların' zamanla 'bir inanca' dönüşmesidir. Olaylar Mısır'da zulüm görenlerin mucizevi kaçışıyla başlar. Onları izleyen Firavun'un askerleri sularda boğulup ölürler. Kalanlar ise yine bir kurtarıcının gelip kendilerini kurtaracağına inanırlar. Kurtarma günü ise 6 Mayıs olarak kabul edilir. O sabah Çingeneler akarsu boylarına inerler. Kurtarıcının ölümsüz olması başlıca sevinç kaynağıdır. Bu nedenle çılgınca eğlenilir."Çingenelerin kökenini İsrailoğulları'nın Kızıldeniz'i geçişi sırasında yok olmaktan kurtulan Mısırlılara dayandıran Firavun efsanesi, farklı çeşitlemeleriyle Doğu Avrupa'daki bütün Çingene kavimlerinde mevcuttur, dolayısıyla pagan mirasın yanı sıra, Çingeneler'in eski ortak sözlü geleneklerin arasında sayılmalıdır. Bu efsane de, Çingenelerin Mısır'la bağlantı yazgı ve adlarını İncil kökenli sözlü geleneklerle açıklamaya çalışmaktadır. belki kabul edilebilir.

Efsanenin aslı aşağıdadır.
( Kalderas Lideri Zanko Çigan Geleneği R:P Chatard Paris 1959)

"Birinci Dünya'da Pharavono Pharavunure Çingene kaviminin lideriydi ve tıpkı Sunto (santa saint- aziz sözcüğünün bozulmuş hali) Abraham (İbrahim Peygamber), Sunto Moïshel (Musa Peygamber), Sunto Cretchuno (Hazreti Yusuf) ve Sunto Yacchof (Hazreti Yakup) gibi suuntselerden yani vaktiyle yalnız Çingenelerden oluşan insanlığın büyük atalarından biriydi. Pharavono büyük güç kazanmış ve Horachai adıyla anılan Türk Yahudileri ve Hıristiyanlarına Sinpetra kumandasındaki diğer kavimlere savaş açarak Porsaida'yı yani Kutsal Topraklar'ın merkezini ellerinden almak istiyordu. Taraflar Duneria'nın iki kıyısında karşı karşıya geldiklerinde Pharavono karşıya geçip geçemeyeceğini görmek için bir ok attı Ancak Duneria çok genişti. Bunun üzerine düşmanı Sinpetra'nın Tanrı'nın bizzat kendisi olduğundan habersiz olarak Tanrı'ya (Phuro Del) yakardı: "Tanrım atlarıma güç ve bana da bu işin üstesinden gelme gücü ver" Böylece hiçbir engelle karşılaşmadan karşıya geçti. Sinpetra ise adamlarıyla Tuz Denizi'ni geçerek geri çekildi. Pharavono Tuz Denizi'nin kıyısına ulaşınca Tanrı'ya bir kez daha yalvarıp yakardı Bu kez " Tanrım kendi gücümle ve atlarımın gücüyle bu işin üstesinden geleyim" sözleriyle. Sinpetra ona denizin içinden bir geçit açtı ve Pharavono geçide girince kollarını kavuşturdu ansızın büyük bir fırtınayla geçit kapandı ve Pharavunureleri yuttu. Sadece birkaç Pharavunure kurtulmayı başarıp Zagrebo'ya ( Zagrep) ulaştı. Burası onların daha sonra bütün dünyaya yayılacakları merkez olacaktı. İşte o zamandan beri onların soyundan gelenler dur durak bilmeksizin bütün dünyada dolanıp durmak zorundadırlar.Yine Mayıs'ın 24-25'inde bütün dünya çingenelerince kutlanan Azize Sara Bayramı da (Fransa'da Chamargua Adası'nda Saintes- Maries kilisesine yapılan haç ziyareti) suyla, sudan gelen azize, sudan çıkan ölümsüz kurtarıcı ve Hıristiyan inançlarıyla bağlantılıdır.Kakava Bayramıyla ilgili en akla yakın açıklama, Çingene inanışlarının yerleştikleri bölgelerin inançlarıyla kaynaşıp farklılaşarak bu şekli almış olmasıdır. Nitekim Anadolu'da yalnız İslam değil bütün kültürlerin baharı karşılamak için kutladığı Hıdrellez 5 Mayıs akşamı başlar ve 6 Mayıs akşamına kadar sürer. Suya girme ayini bütün Balkan Çingeneleri arasında geçerlidir. Çingeneler dışında diğer kültürlerde suya girme ayini yoktur. Alevi inançlarına göre, Hızır ve İlyas peygamberler Ab-ı hayat yani ölümsüzlük suyunu aramaya çıkarlar ve bu suyun kaynağını bulup içerek ölümsüzlüğe kavuşurlar. Hızır karada, İlyas denizde yardıma ihtiyacı olanların yardımına koşar. Kürtler 6 Mayıs'ta birbirlerine kavuşan Hıdır ve İlyas'ın gizemli gücünden yararlanabilmek için çeşitli kutlamalar yapar. Baharın müjdecisi olan Hıdırellez'de herkes sahip olmak istediği şeyi temsil eden ( bir para kesesi, kibritten ev maketi) gül ağacının dalına asar ya da gül fidanının dibine koyar. Sağlık isteyen ise kırlarda yuvarlanır. Gül ağacının anlamı, Hızır'ın çiçeklerle örülmüş cübbesiyle geçtiği yerlerde güllerin açtığına inanılmasıdır. Elinde uzun bir değnek ve keçi derisinden mintanla dolaşan İlyas Peygamber, hem suların hem hayvanların koruyucusudur. Gezdiği yerlerde bereket artar, sürüler çoğalır